Saadettin KILIÇ
  • 20/04/2020 Son günceleme: 20/04/2020 11:44
  • 4.141

Demokrasi insana çok benziyor:

Örneğin “Yüce Allah’ın yarattığı sınırsız, sonsuz bu evrende bilinen tüm canlılar içinde en üstün yetenekli canlı olan insan gibi; demokrasi de gelmiş, geçmiş bilinen tüm düşünürlerin oluşturduğu en nitelikli yönetim biçimidir.

Ama ne ilginç ki, o da tıpkı insan gibi en nitelikli bir sistemdir ama insan gibi de; ya ahlaklı ya da ahlaksız varlığını sürdürür.

Bilindiği gibi insanın ahlaklısı özetle; verdiği sözleri tutan, ettiği yeminlere uyan, başkalarının haklarına saygı duyan erdemli kişilerdir.

Demokrasinin ahlaklısı da özetle; toplumsal mutabakatla belirlenen mevcut anayasa ve yasalarına eksiksiz uyulandır.

Ancak ülkemizdeki uygulanan demokrasileri eleştirilenlere; “genel ve yerel seçimlerin özgürce yapılabildiği bir ülkede diktatörlükten söz edilemez” diyor fakat ahlaksız demokrasilerden hiç söz etmiyorlar…

Orta ve ileri yaştakiler dahi iyi bilirler; önceki Anayasa ve yasalarda “ZİLYET” diye bir MÜLKİYET hakkı vardı.

Halk arasında da dillendiği gibi; bir arazi üzerinde devlet ile en az 20 yıl hiçbir niza yaşamamış insan ve insan toplulukları yaşadıkları bu yerleri ekmiş, biçmiş ve en genç 20 yaşında meyve ağaçları da dikmiş ise bu yer ve yerler onlara ait olur idi.

Bu hak niçin mi verilmişti?

Kurtuluş Savaşı sonrası tüm ülke topraklarımızda yaşayan insan sayısı bugünkü İstanbul’dan bile daha azdı; ülkemizin toplam nüfusu 13 milyon civarındaydı.

Yıllarca süren savaşlardan yeni çıkmış, büyük acılar yaşamış ve emsal ülkelere çok geri kalmış toprakları 780 bin kilometre kare olan bakir bir ülkemiz vardı. Ve ülkemiz her türlü üretime muhtaçtı. Nüfusumuza göre devasa olan bu topraklarımızın bir an önce işlenmesi, ülkemizin gelişebilmesi için üretimin de hızla yükselmesi gerekiyordu.

İşte bu nedenle Kurtuluş Savaşı’ndan sonra dil, din, cins ayırt etmeksizin tüm vatandaşlarımıza “ZİLYET” verildi ki; ülke çapında ÜRETİM artsın, ülkemiz en hızlı biçimde gelişebilsin diye. Ve bu yasa sayesinde çok kısa zamanda Türk Milleti olarak üretimde büyük gelişmeler gösterdik. Dünyada kendi, kendine yetebilen yedi ülkeden biri haline geldik.

Eeee, sonra?

Sonra ahlaksız demokrasi ile bu haklar vatandaşın elinden alındı, sanıldı; 60-70 yıldan fazladır yaşadıkları, ektikleri, ürettikleri, meyve ağaçları ve büyük bir özveri ile Mehmetçikler yetiştirdikleri bu topraklarda güya İŞGALCİ ilan edildiler; biz de kandık sanki.

Neymiş? 1980 Darbesinden sonra yapılan Anayasa ile “ZİLYET” hakkı kaldırılmış-mış.

Evrensel HUKUK gereği, (kanunen demiyorum, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir anayasa ve yasa geri işleyemez: (İDİ ÂMİN’İN DE kanunları, kanundu ama pek çoğu evrensel hukuka uygun değildi)

Yine de varsayalım sonradan çıkarılan İDİ ÂMİN yasaları gibi yasaları geriye doğru işletmeye kalkan çokbilmiş diktatör gafiller oldu.

O zaman o gafillere demezler mi; madem insanlar yasalarla belirlenmiş ve belgelenmiş işgalci idiyse; yasalara karşı gelmiş sayılamazlar mıydı?  Hatta zorbalıkla gasp, hırsızlık gibi suçlar işlemiş olmazlar mıydı?

Devlet de; bu tecavüzcü ve zorba işgalcilere boyun eğmiş; tecavüz edilen topraklara YOL, SU, ELEKTİRK, CAMİ, OKUL, HASTANE, FABRİKA VE BENZERİ hizmetleri sunmakla bu suça ve suçlulara çanak tutmuş sayılmazlar mıydı?

Sanki dedelerimiz; vatan saydıkları üzerinde yaşadığımız bu topraklar için canlarını, kanlarını gönüllü verip, şehit ya da gazi olmamışlardı!

Sanki dedelerimiz Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yaşamlarını sürdürebilmek için nüfus kalabalıklarına göre ve emekle işleyebildikleri topraklarında mülkiyetlerinin sınırlarını çizerlerken Türkiye’nin nüfusu 83 milyondu!

10 bin tane fabrika, yüz bin tane akaryakıt istasyonu, gök delenler, otoban yollar, havaalanları vardı! İmar, tapu, mülkiyet sorunlarımız ise yüzde 90’nın üzerinde çözümlenmişti.

Şu bir gerçek ki, bu fani dünyada kimse kimsenin malını, mülkünü alenen ve kanunlarla da olsa gasp edemez, ederse analarının ak sütü kadar helal olan o topraklar için çok büyük savaşlar çıkar.

Çünkü Beykozlu veya başka bir beldelerimizdeki vatandaşlarımız TC Devlet ile 20 yıldan çok daha fazla bu konuda hiç NİZA yaşamamış ve 70-80-90 yıldan fazladır topraklarını barış içinde, azimle ekip, biçmiş ve analarının ak sütü gibi buraları hak kazanmışlardır.

Belki bazılarının toprakları çok daha büyük veya daha küçük olabilir…

Bu son derece normal ve hakkaniyetle gerçeklemiş bir olgudur çünkü kimilerinin dedeleri daha çok nüfusla, daha çok toprak işlemiş ve sahiplenmiştir. Yani nüfus sayısıyla orantılı gücü kadar sınırlarını belirlemişlerdir...

Ama Kurtuluş Savaşlarına da nüfus sayısıyla orantılı kadar Mehmetçik göndermişlerdir.  (İstisnaları hariç)

Son yıllarda güya adı ileri demokrasi diye anılan ahlaksız bir demokrasiyle; analarımızın ak sütü gibi helal olan bu topraklar için kahramanca savaşan atalarımızın çocuklarından, torunlarından geri alınacak diyorlar…

Sakın ha, inanmayın ve kanmayın; bu kimsenin haddine ve hukuki dayanağına göre bir söylem değildir.

Varsayalım; 12 Eylül Askeri Darbe döneminde yapılan Anayasa geçerli sayılmak istense bile hukuken ancak o tarihten sonra hazineye ait toprakları işgal edenler için geçerli olabilir…

Sevgili hemşerilerim, CORONA VİRÜS ile büyük ağrı, küçük ağrıyı unutturdu belki ama bu büyük beladan kurtulduktan sonra yine gündemimiz mülkiyet haklarımız olacaktır…

Kimi siyasiler ve sözde güdük hukukçular (eksik bilgili) yine; fiyatlar düşürülsün, seçimler geliyor bir şeyler olur diyecektir…

Ne seçimi, ne fiyatı efendiler?

Şehitlik ve gazilik mertebesinin fiyatı mı olur? Bu ne cüretle yapılan ve yapılacak olan bir tekliftir? Eğer dedelerimiz, babalarımız bu ülkenin gerçek vatanseverleri değildilerse, o zaman BİZ KİMİZ?

İkinci dünya Savaşı sonra HİTLER FAŞİZMİNDEN kaçan ve ülkemize yerleşen Polonyalılar, (Polenezköylüler) kadar da değerimiz yok mu yani?

Bazı Belediye Başkanları zaman, zaman vatandaşlarımıza sınırlı sayıda ve şartlı tapular vermekle sanki büyük bir lütuf da bulunuyorlar. Neymiş Şartları?

Taahhütname imzalayarak ve yüklü paraları taksitle veya peşin ödeyerek herkes tapusunu alsın diyorlar.

Söz konusu taahhütnameye göre; varsayalım vatandaşın paraları denkleştirir yerleri tapulanırsa bir taahhütname imzalayacaklarmış.

Bu taahhütnameye göre; eğer bu tapulandırılmış yerler (ki çoğu öyle yerler)“Kentsel Dönüşüm Planları nedeniyle istimlâk olursa, vatandaş hiç itiraz etmeden sadece verdiği parayı geri alıp o yerlerini terk edecekmiş… Vay, vay, vay!

Ya bu yasaları değiştirir; sadece bir posta pulu parası karşılığında tapularımızı verirsiniz, ya da anamızın ak sütü gibi hakkımız olan tapularımızı almak için iktidar, muhalefet her hak sahibi birleşerek, biz sizi ne pahasına olursa olsun kökten değiştiririz…

Ayrıca hangi Beykozlu gafil, bu yasa ve anayasayı kabul ederse etsin en yüksek ve en kararlı sesle belirtiyorum ki; ben etmiyorum. İsterseniz ekonomik linçlerinize yenilerini katın, içeri atın, işkence edin ve öldürün yine de kabul etmiyorum ve etmeyeceğim…

Kurtuluş Savaşında dedelerimiz bu ana vatan topraklarımız için nasıl savaştıysa, onların torunları olarak biz de topraklarımız için ölümü göze alarak savaşacağız.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz