Saadettin KILIÇ
  • 08/12/2021 Son günceleme: 08/12/2021 10:53
  • 4.801

Beşiktaş’ta oturmadığım halde, neden 60 yıldır Beşiktaş futbol takımını tutuyorum da, doğup büyüdüğüm semtim olan 1908 Beykozspor’u birinci takımım diye tutmuyorum?

Çünkü kendimi bildim bileli şampiyon olmuş en güçlü bir Beşiktaş futbol takımı hep vardı ve benden beş yaş büyük Salih abim ateşli bir Beşiktaşlıydı. Ayıca 66 yıllık yaşamımda her hafta boyu heyecan duyacağım, sevineceğim, üzüleceğim en güçlü bir 1908 Beykozspor kulübü hiç olmadı ve hala yok…

İlçemiz adına önemli bir burukluk tabi ama eğer bu bir artı, ya da eksi ise en başta siyasi iktidarlar, kaymakamlar, belediye başkanları başta olmak üzere yerel yöneticiler ve tüm Beykozlular sorumludurlar. 

Bilirsiniz tüm canlıların doğasında vardır, kendisinden en güçlü olana meylenmek.

Ben de en güçlü olmuş üç büyüklerden Beşiktaş’a meylendim işte bütün hikâyem budur.

“Bana mutsuz-luğun resmini yapabilir misin Abidin?” Deseler…

İBB halka ucuz ve sağlıklı ekmek yedirmeye çalışıyor, İBB’DEKİ meclis çoğunluğu “HAYIR OLMAZ, ZORLUK ÇIKARIRIZ. Dar gelirli halka, daha sağlıklı ve daha ucuz ekmek sattırmayız diyorlar… Yaşlı bir gazi, elektrik alamadığı karanlık Halk Ekmek” dükkânında ışıldaklarıyla avunuyor... Çoğunluğu çocuk ve yaşlıların oluşturduğu halk ekmek kuyruklar uzadıkça uzuyor.

İBB, Çocuklara, bebeklere süt dağıtamaz, çocuklu annelere ücretsiz seyahat hakkı tanıyamaz, yeni taksi plakası veremez, vatandaşa maddi ve manevi yardım yapamaz topal ördek diyorlar.

Olacak iş değil, değil mi? Ama oluyor. Her şeye rağmen İBB engelleri aşmayı başarıyor ama her yerde bu absürtlüklerden dolayı öyle anlamsız mutsuzluklar yaşanıyor ki, resme ne gerek var? Derim…

Neden yerel düzeyde siyasi makale pek fazla yazmıyorum?

Şundan: Yerel düzeyde Beykoz’un temel sorunları zaten çok iyi biliniyor ve nettir, bazılar da kangrenleşmiştir. Son 20 yıldır yerel ve ulusal medyada bu sorunlar defalarca yazıldı, defalarca dillendirildi.

Sağır Sultanlar biliyor; temel sorunlarımız mülkiyet, tapu, imar, işsizlik, partizanlık, 1908 Beykozspor kulübüdür defalarca söylendi, çözümleri de hakkaniyetle açıklandı…  Sonuç; bir arpa boyu mesafe alınamadı. 20 yıl öncesi haklar bile korunamadı.

Ama çevreye, yani insan başları yerine, kaldırım taşlarına son derece başarılı, muazzam yatırımlar yapıldı ve yapılıyor.

Örneğin, Boğaziçi’ne sıfır, 1908 Beykozspor ’un kulübü binası defalarca yapıldı, yıkıldı, yapılacak. Karya Kültür Merkezi, sonradan Necmettin Erbakan Kültür Merkezi defalarca yıkıldı, yapıldı, yıkıldı, yapılmayacak.

Ne fark etti?

Haksızlık etmeyelim sahillerimize bir estetik geldi diyelim.

Ama Beykoz’un mülkiyet, tapu, imar, işsizlik, partizanlık ve 1908 Beykozspor kulübünün kangrenleşmiş sorunları hala devam ediyor…

Unutmamalı dünyanın hangi demokratik ülkesinde olursa olsun; (rakibi) düşmanı, dostundan daha çok olanlar asla her zaman kazanamazlar, çünkü ırmaklar tersine akmaz… Doğal yasalar şaşmaz.

Artık ilçemizde ve ülkemizde hiçbir gazete yazmasa, televizyonlar haber yapmasa, hiçbir anket yayınlanmasa bile gerçekleri herkes kılcal damarlarına kadar biliyor.

Katkı olsun diye ben de artık yeni öneriler düşünüyorum…  

Örneğin Prof. Dr. Sayın Emre Kongar hocamızın mutlaka okunması gereken “Tarihimizle Yüzleşmek” kitabını öneriyorum. Saya-68-69:

…“Osmanlı Devleti, 19.  Asrın başına kadar kesinlikle dış borç almadan devam etmiştir.

İlk defa, 1928’deki Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra yapılan anlaşmalar gereği, Osmanlı Devleti, Rusya’ya çok ciddi bir maddi tazminat ödemek zorunda kalmıştır; bundan dolayı da para bulması gerekmektedir. Bunu fırsat bilen İngiliz ve Fransız sermayedarlar hemen devreye girerek, Osmanlı Devleti’ni borçlandırmak için özel bir gayret içerisine girmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nin borçlanma serüvenini anlatan İngiliz diplomat Urquhart der ki:

“Osmanlı Devleti’ni borçlandırma görevi bana verildi. İngiliz sermayedarlarının ve İngiliz hükümetinin bana verdiği talimat şu şekildeydi: Mutlak surette git İstanbul’a ve sana teklif ettiğimiz borçları, Osmanlı Devleti’ne, yöneticilerine kabul ettir. İstanbul’a geldim. O gün maliyeden sorumlu olan nazır Akif Paşa’ydı. Ben çok ısrar ettim; Osmanlı Devleti’nin büyük bir tazminat ödemek zorunda kaldığını ve kendilerine dış borç vermek istediğimi söyledim.

Akif Paşa bana dedi ki: “Ben, böyle tarihi ve milli bir felaket karşısında, sizin uzattığınız borcu almayacağım. Ben halkıma müracaat edeceğim, halkımdan fedakârlık isteyeceğim; ama size borçlanmayacağım. Ben, halkımın etiyle, dişiyle, tırnağı ile kazandığı paraları size faiz olarak ödeyemem. Benim dinim, benden sonraki nesilleri borçlandırmayı men etmiştir, dedi ve kesin bir dille reddetti. “

“David Urquhart, daha sonra, Osmanlıları, Türkleri tanıdıktan sonra, çok ciddi ve gerçekten samimi bir Türk dostu olmuştur.

…Sultan Abdülaziz’e gönderdiği 46 sayfalık bir mektupta, “majesteleri işte, ilk defa dış borcu ben size getirdim, teklif ettim ve bu şekilde reddedildi; ama daha sonraki sizin vezirleriniz, bu uzatılan dış borcu adeta ulufe zannettiler ve borç aldılar, borcu ödemek için yine borç aldılar, borç faizlerini ödemek için yine borç aldılar ve Osmanlı Devleti’nin borçlarından dolayı, majesteleri, sizin şu anda Avrupa’daki pazarlık gücünüz sıfıra düşmüştür. Avrupa ülkeleri karşısında başınız dik bir şekilde dünya sahnesinde kalmak istiyorsanız, kendinizi bu dış borç belasından kurtarın” diye özellikle uzun uzadıya ısrar eder…”

Devamı kitapta…

 

Yazarın Yazıları