Ekrem VANLI
  • 08/03/2014 Son günceleme: 15/12/2013 23:11
  • 11.084

Duanın sözlük anlamı Arapça bir kelime olup çağırmak, birisine mesaj vermek, onunla irtibat kurmak manalarına gelir.

Bizim kullandığımız özel anlam ise: Kulun Allah'a yalvarması, halini arz etmesi diğer bir deyişle: Allah'ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve saygı duyguları içerisinde lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder.

           İnsan, yapısı gereği çok acelecidir. Her aklına gelenin hemen olmasını ister. Arzuladığı şeylerin sonucunu bilemez. Dünyadaki bütün nimetler âhiret nimetlerinin bir gölgesi hükmünde olmasına rağmen, dünyadaki nimetleri asıl zanneder, sadece onun için çalışır, onun olması için dua eder. Ayette mealen: '' insan, bazen şerri, tıpkı hayrı istercesine ister. Pek acelecidir bu insan.'' (İsrâ suresi 17/11). İnsan hakkında neyin hayırlı, neyin şer olacağını bilmediğinden, geçici zevklerin peşine düşer ve onları arzu eder. İnsan sadece dünya namına duadan çok, Allah'ın rızasını kazanmayı, cehennem azabından kurtulup ebedi saadete mazhar olmayı istemelidir.

           Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri konuyla ilgili:

           Bir çok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Sorusuna cevaben şu ifadeyi söylemektedir;

            "Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu (talep edilenin aynısını) vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir. Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır: ''Ya hekim! Bana bak''. Hekim: ''Ne istersin''cevabını verir. Çocuk: ''Şu ilacı bana ver'' der. Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. İşte Cenab-ı Hak, Hakim-i Mutlak hâzır, nâzır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete (alışkanlığa) çevirir. Fakat insanın hevaperestane (gayrimeşru zevk) ve heveskârane (günahlı işlere hevesli olan) tahakkümüyle (baskı ile) değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla (gerekli olan) ya matlubunu (istenilen talep edilen) veya daha evlasını (daha iyisini) verir veya hiç vermez.'' (Mektubat, 24. Mektub'un Birinci Zeyli)

           Konuyla ilgili ayetlerin bir kaçından bahsedecek olursak; Dua bir ubudiyet olduğu için, insan sadece sıkıntıya düştüğünde veya bazı musibetlere maruz kaldığında değil, her an Cenab-ı Hakk'a yalvarıp, O'na sığınarak kulluğunu göstermelidir. Bir ayetle şöyle buyrulmaktadır: '' Biz insana nimet verdiğimizde o, şükürden yüz çevirir, başını alır uzaklaşır. Fakat kendisine sıkıntı dokununca, yalvarmaya koyulur.''(Fussilet suresi 41/51)

           ''Ama insan, her ne zaman Rabbi onu sınayıp da ikramda bulunur, nimet verirse, 'Rabbim bana ikram etti.' der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa, o vakit de, ' Rabbim beni zillete düşürdü.' der. ( Fecr Suresi 10/12 )

           ''İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, gerek yan yatarken, gerek otururken, gerek dikilirken bize dua eder. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi sanki kendisine dokunan o sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçer gider. İşte o aşırı gidenlere yaptıkları şeyler böyle güzel gelir.'' (Yunus Suresi 10/12)

 

           Zengin olmak için ısrarla Hz. Peygamber’den dua isteyen ve büyük bir servete sahip olduktan sonra ise gözünü mal hırsı bürüyen sahabenin ibretli misalini paylaşalım.

           Medine halkından olan Salebe ısrarla zengin olmak istiyor, hakkında hayırlı mı yoksa şer mi olacağını hiç düşünmüyordu. Bunun için de üç defa Peygamber Efendimiz’den (sav.) zengin olması için dua istemiş ve sonunda da; “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, beni zengin ederse fakirin hakkını fazlasıyla vereceğim, yoksullara yardım edeceğim. Yeter ki Rabbim istediğim zenginliği bana versin.”demişti.

           Efendimiz (sav.) ise her defasında ona; “Ey Salebe! Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır.” diyerek ikazda bulunuyor, fakat Salebe'yi zengin olma sevdasından vazgeçirmek mümkün olmuyordu. Nihayet Peygamber Efendimiz (sav.): “Ya Rabbi! Salebe'yi istediği mala kavuştur.” diye niyazda bulundu.

           Birkaç koyun alan Salebe'nin sürüsü kısa zamanda öylesine çoğaldı ki, mescitten çıkmadığı için kendisine ‘cami kuşu’ adı verilen Salebe, koyun sürüsünün peşinde koşmakta ve artık cumalara dahi gelmemekteydi. Allah Resulü (sav.) zaman zaman Salebe'yi soruyor:“Çölde koyun sürüsünün peşinden ayrılmıyor” denince de; “Yazık oldu Salebe'ye!”diyerek üzüntüsünü izhar ediyordu.

          

           Bu sıralarda zekâtla alâkalı âyet nazil oldu. Hz. Peygamber (sav.) zengin olanlara zekât toplayan memurları gönderdi. Salebe'yi çölde sürüsünün peşinde bulan zekât memurları, gelen ayetin emri olarak zenginlerin malının kırkta birini zekât olarak almaya geldiklerini söylediler. Salebe, vaktiyle vermiş olduğu sözü unutmuş olacak ki; “Mal benim, çöllerde bu sıcaklarda dolaşıp kazanan benim. Size ne oluyor ki benden haraç ister gibi koyunlarımın kırkta birini istiyorsunuz?” dedi.

 

           Salebe'nin bu söylediklerini duyan Rasulullah Efendimiz (sav.) gene: “Yazık oldu Salebe'ye. Keşke o, zengin olmayı ısrarla istemeseydi de ‘hakkımda hayırlısı ne ise onu ver ya Rab’ diyebilseydi.” buyurdular. Bu olay üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

 “Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamet gününe kadar yüreklerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.” 24
Bu ayetin nazil olmasından sonra Salebe'nin bir yakını hemen onun yanına gitti ve zekâtını vermediği takdirde münafıklardan biri olarak damgalanacağı ikazını yaptı.. Akrabasının zorlaması sonunda zekâtını alıp Hz. Peygambere (sav.) getiren Salebe: “Yoksulların hakkını getirdiğini” söyleyince, Peygamber Efendimiz (sav.): “Artık senin yardımını alamam Salebe!” buyurarak onun zekatını kabul etmedi.

          Bu hâl çok dehşetli ve ibret verici bir durumdu. Salebe’nin: “Sizin yaptığınız haraç istemekten başka bir şey değildir.” sözü Allah Resulüne çok dokunmuştu. Peygamber Efendimizin ebedi âleme irtihallerinden sonra da Salebe, sırasıyla, Hz. Ebubekir (r.a.) Hz. Ömer ve Hz. Osman'a (r.a.) zekâtını kabul ettirmek için müracaat etmiş, ama hepsinden de;“Rasulullah’ın kabul etmediğini biz nasıl kabul edebiliriz?” cevabını almıştır.

           Hz. Osman (r.a.) zamanında vefat eden Salebe son anlarını yaşadığı sırada kulaklarında Hz. Peygamber’in (sav.): “Şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır. Salebe!” ikazları yankılanıyordu, ama artık iş işten geçmişti. ‘Cami kuşu’ diye bilinen Salebe’nin zenginliği onun felaketine sebep olmuş ve zekâtı kabul edilmeyen zengin olarak anılmasına sebep olmuştur.

Yazarın Yazıları