Ekrem VANLI
  • 27/01/2017 Son günceleme: 27/01/2017 12:00
  • 9.159

Ortadoğu’yu kan gölüne döndüren bu kavganın tam ortasında doğusundan batısına neredeyse dünyanın bütün güç merkezleri, devletleri, örgütleri, enerji şirketleri var. Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması gerektiği söylemi, sürekli söyleniyor ancak bu ülkelerin bütünlüğünün korunabileceği ihtimali her geçen gün biraz daha zayıflıyor.

Kimin kiminle müttefik olduğu, kiminle düşman olduğu günü birlik değiştiği bu kaos ortamında, Ortadoğu’nun sınırları yeniden şekillendiriliyor.

Ortadoğu’nun geleceğinde rol almak için yoğun bir savaş veriliyor. Küresel emperyalistler, bölgesel aktörler ve devletler bizzat sahadalar.

Suriye krizi, Ortadoğu’nun düğüm noktasıdır, bölgesel ölçeği aşan dünya çapında pek çok bağlantısı olan bir sürecin parçasıdır. Dolayısıyla, Suriye’nin geleceği bu ülkeyle sınırlı değildir. Bütün Ortadoğu’nun geleceğini yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle bugünlerde gelecekteki on yılları belirleyecek politikaların temeli atılmaktadır. Türkiye’nin ilerideki yıllarda oluşturulmak istenen politikalarda söz sahibi olması için sahaya inmesi gerekmekteydi.

Türkiye'nin uzun ömürlü bir ateşkes ortaya koyabilmek için gösterdiği gayretlerin ve Ağustos 2016'da DEAŞ'a karşı başlattığı askeri harekâtın ardındaki sebepler, esasen anlaşılmayacak kadar zor değildir. Türkiye’ye komşu Suriye'de beş seneden fazladır süren iç savaşın, kendi ulusal güvenliğine, siyasi ekonomisine ve dış politikasına yönelik yıkıcı etkilerini azaltmak için çalışıyor. Suriye iç savaşını sonlandırma girişimlerinde Batılı müttefikleriyle beş sene birlikte çalışmasına rağmen Türkiye, artık barışa yönelik Batının başını çektiği bir çözümün zayıf olduğuna kanaat getirmiş görünüyor.

Suriye krizinde Amerika Birleşik Devletleri’nin izlediği düşük profilli politika çok sayıda devlet ve devlet dışı aktörün çatışan çıkarları etrafında şekillenen çatışmanın karmaşık yapısıyla birleşince, Türkiye'nin kısa vadede istikrarlı bir Suriye oluşumuyla ilgili umutlarını kırdı ve Türkiye'nin, Rusya olmadan nihai ateşkese ulaşmanın zor olduğuna dair inancını artırdı. Türkiye'nin Suriye politikası böylece daha esnek hale geldi ve Suriye savaşında kalıcı çözüme yönelik, ABD'nin başını çekmediği seçeneklere daha açık bir tutum sergilemeye başladı. Buna ek olarak, Trump yönetiminin muhtemel Suriye politikası ve devam eden iç savaşın iki en önemli aktörü olan Rusya ve İran’a karşı sürdüreceği politikalarla ilgili belirsizlikler de Türkiye'yi, Esed rejimi ve muhalifler arasında gerçekleşecek olan barış müzakerelerinde daha hızlı neticeler elde edebilmek amacıyla bu iki aktörle ortak hareket etmeye itti diyebiliriz.

Türkiye'nin Soğuk Savaş'tan beri takip ettiği dış politikanın ana hatlarını gözlemleyenler için ülkenin, ABD ve Avrupa Birliği ile ihtilaflarının olduğu böyle bir zamanda Rusya'yla yakınlaşmasını önemlidir.

Halep operasyonunun, Suriye konusunda Türkiye ile Rusya arasında bir yakınlaşmaya yol açmış olması bakımından Suriye savaşının seyrini değiştirmiş olduğu analizini yapabiliriz. Zira Halep'ten sivillerin tahliye edilmesi sırasında Türkiye ve Rusya'nın yapmış olduğu işbirliği ve hemen sonrasında İran'ın bu sürece katılımı, Moskova'da yeni bir diplomatik zemin buldu ve bunun sonucunda, 29 Aralık'taki ateşkes anlaşması hayata geçirildi.

Her üç ülke de Suriye'nin farklı nüfuz bölgelerine bölünmesine karşı olduklarını ifade ederek Suriye'nin birliğine destek sinyalleri verdiler. “DEAŞ'a karşı ortak bir mücadele nasıl yürütülmeli” konusu ise muhtemel bir kalıcı Suriye barış anlaşması için üç aktörün de, en azından genel hatlarıyla, üstünde anlaşması gereken diğer bir önemli konu.

Mevcut durumda Suriye'nin geleceği, Batılı büyük güçlerden çok, önemli ölçüde bölgesel güçlerin elinde görünüyor. Türkiye'nin yeni bir Ortadoğu düzeni arayışı, çok büyük ölçüde bütün bölgesel aktörlerin, Suriye politikalarındaki farklılıklarını ne ölçüde asgariye indirebileceklerine bağlıdır. Üzerinde durulması gereken diğer önemli bir nokta ise AB'nin Suriye özelinde aktif bir diplomasi izlememiş olması ve seçilmiş Başkan Trump'ın Suriye politikasıyla ilgili belirsizliklerin Türkiye, Rusya ve İran'a, Suriye'nin geleceğini yeniden tasarlama konusunda manevra sahası bırakıyor olmasıdır.

Aradan geçen beş sene içinde Suriye’deki durumun Arap Baharı öncesindeki hale döndürülemeyeceği hem uluslararası kamuoyu hem de rejimi destekleyen dış güçler tarafından artık açık bir şekilde görülüyor. Buna rağmen ara sıra ortaya çıkan Esedli çözüm planlarının asıl amacının ne olduğu konusu henüz büyük bir soru işareti. Esed rejiminin sürdürülmesi üzerine kurulacak barış ve müzakere planlarının sahada karşılığının olması oldukça zor görünüyor.

Bu noktada atılması gereken en önemli adım, bölgesel aktörlerin Suriye konusunda kendi istedikleri çözümü dayatmaktan vazgeçmeleri ve ortak bir noktada buluşmayı kabul etmeleri olacaktır. Aksi halde bölgede her geçen gün kötüye giden güvenlik ve istikrar sorunu daha da kötüye gidecek ve bölge ülkelerini çok yönlü tehdit etmeye devam edecektir.

Türkiye gibi bu istikrarsızlık ve belirsizlik ortamından en fazla etkilenen ve zarar gören ülkelerin bu noktada özellikle dikkatli olmaları, çatışma ortamını bölgesel bir savaşa dönüştürebilecek adımlardan ve tutumlardan uzak durmaları gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki, çözüm adına atılacak adımlar devletlerin bölgesel çıkarları etrafında döndüğü sürece ortaya çıkan sonuç bölgede yaşayan insanlara kalıcı barışı getirmeyecektir. Suriye’de ve komşu ülkelerde yaşayan halkların sorunları, ihtiyaçları ve birbiriyle olan ilişkileri belirleyici etmen olmak zorundadır. Dayatmayla oluşturulan yapay çözümler kısa vadede bir sükûnet ortamı oluştursa da, bölgede yaşayan halkların ihtiyacı karşılanmadığı sürece çatışma ortamı bir potansiyel tehdit olarak kalmaya devam edecektir.

Suriye’de yaşanan kriz sınır, tarih, kültür ve birçok sahada ilişkileri olan ülkeler için bir fayda sağlama ve bölgesel bir çıkar teşkil etme aracı olarak görülmemelidir. Milyonlarca insanın hayatını etkileyecek olan çatışmaların doğal olarak yakın komşuluklara sıçrayabileceğinin bilincinde olarak menfaat odaklı değil, insan odaklı çözümlere yönelmek bölgesel barışın temini ve tesisi için daha uygun bir seçenek olacaktır.

Yazarın Yazıları