Ekrem VANLI
  • 17/08/2017 Son günceleme: 17/08/2017 11:39
  • 8.769

Dünya hayatı, tüm insanlar için bir imtihan yeridir.

Bu imtihan, insanların nefislerine ağır gelse de, İslam, teslimiyeti, teslimiyet Allah’a güvenmeyi, O’na tevekkül etmeyi gerektirir.İman tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”(Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Üçüncü Nokta)

Demek ki, Allah’a iman eden O’na teslim olmak durumundadır. Çünkü Allah’a iman etmek, O’nun isim ve sıfatlarına ve bu isim ve sıfatlarının hepsinin güzel olduğuna iman etmek demektir. Kur’an surelerinin başında kendini Rahman ve Rahîm olarak takdim eden Allah’ın yaptığı her şeyin güzel olduğunu düşünmek, “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler” düşüncesini kalbimize yerleştirmek gerekmektedir.

İman ettiğimiz Allah, mademki hakîmdir, öyleyse abes iş yapmaz; mademki âdildir öyleyse zulüm etmez; mademki rahîmdir öyleyse kullarına karşı son derece şefkatlidir, öyleyse başa gelen sıkıntılar şefkat tokadı türünden birer uyarı olarak değerlendirmeliyiz.

İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, kâinatın yaratıcısını tanımak ve O'na iman edip ibadet etmektir. Zira Yüce Allah, "Cinleri ve insanları yalnızca (Beni tanımaları ve) Bana kulluk etmeleri için yarattım." (Zariyat, 51/56) buyurmaktadır. Demek ki insanın yaratılış gayesi, Allah'ı tanımak, O'na iman edip kuvvetli iman ile varlığını ve birliğini tasdik etmektir.

"O'nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. O'nu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır." (Şualar, s. 208)

Dünya ve ahirette gerçek kurtuluşa erişmek için tahkiki bir imana sahip olmak gerekir. Çünkü, İman, insanı insan eder, dünyada sultan eder. Dünya ve ahiret saadeti yalnız İslâmiyet'te ve imandadır. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız, farzları yaparak süsleyiniz ve günahlardan çekinerek korununuz. (Sözler, s.146)

Peygamberimiz (asv) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: 

 

1)    İhtiyarlıktan önce gençliğin,

2)    Hastalıktan önce sağlığın,

3)    Meşguliyetten önce boş vaktin,

4)    Fakirlikten önce zenginliğin,

5)    Ölmeden önce hayatın kıymetini bil. (Fethu'l-barî, 14/9)

 

Allah Rasulü (aleyhissalâtü vesselâm)’ın diliyle nimet olarak vasıflandırılan hususların ilki gençliktir. Bir Kudsî hadis’te Allah Teâla (Celel Celâlühü): “Gençliğini bana ibadetle geçiren kullarım, yanımdaki bazı kerim, değerli meleklerim gibidir.” buyrularak gençliğin hevesâtına rağmen ömrünü Allah yolunda ve O’nun rızası uğrunda geçirmenin Allah katındaki kıymeti ifade edilmiştir.

Bu husustaki diğer bir kudsî hadiste ise ahirette herkesin zorluk ve sıkıntılar içinde ömrünün hesabını vermeye çalıştığı hengâmede Allah Teâlâ’nın özel himayesinde rahat ve huzur içinde olacak gruplardan birinin “Ömrünü Allah Teâlâ’ya ibadetle geçiren, O’nun emir ve yasaklarına riayet eden gençler” olacağı müjdesi verilmiştir.

Hadisteki ikinci ve dördüncü nimetler olan sağlık ve boş zaman hakkında da Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem): “İki nimet vardır ki insanların çoğu bunlar hususunda gafildir, kıymetini takdir edip onları değerlendirmekten mahrumdur. Bu iki nimet, sağlık ve boş zamandır.” buyurmuşlardır. Günümüzde de üzerinde en fazla seminer verilen ve araştırma yapılan bu iki hususun birer nimet, ganimet olduğunu bilmek, onları değerlendirme yolunda ilk basamaktır.

Hadis-i şerifte ifade edilen diğer bir nimet ise fakirlikten evvelki varlıktır. Başkalarına el açıp onlardan dilenmek dinimizde yasaklanmış, yerilmiş ve herkesin çalışıp kendine ve aile fertlerine helalinden bakması, ibadet kabul edilmiştir.

Hadiste bahsedilen en son ve belki de en kapsamlı nimet, ölümden önceki hayat olarak tavsif edilmiştir. Böylece doğumumuzdan ölümümüze kadar geçen sürenin tamamı Allah’ın nimeti kabul edilerek ömrün hakkının verilmesi istenmiştir. Bu konuda Kur’ân-ı Azimüşşân’daki bir ayet-i kerime şöyledir: “Biz, size, düşünüp ibret alacak, gerçeği görecek kimsenin değerlendireceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem peygamber, kitap, kainattaki ve bedeninizdeki alametler gibi nice uyarıcılar gelip sizi gerçeklerden haberdar etmedi mi!”

Demek ki hayat, anlamsız bir var oluş olmadığı gibi, ölüm de sonu hiçlik olan bir yok oluş değildir. Aksine hayat, adeta hayırlı amellerde yarışma alanı, bir imtihan salonu; ölüm ise bu dünyada yaptığımız amellerin karşılığını alacağımız, ebedi varlık sahasına geçişi sağlayan bir dönüm noktasıdır. 

Bu dünya hayatı geçicidir, baki olan ahiret hayatıdır. Eğer bu dünya hayatı, Allah'ın buyurduğu istikamette geçirilirse, hem dünya hem ahiret adına büyük bir tohum olma fonksiyonu görecektir. O bakımdan insan, hayatını, dinimize uygun, iffet ve namuslu olarak yaşamalı ve böylece ebedi hayatı kazanmalıdır. Ahirete göre çok kısa olan bu dünya hayatını yiyip,içip safa sürmekle gayrimeşru bir şekilde geçirenler, bu dünyada çok sıkıntılar ve üzüntüler çekecek, kabirde ve ahirette de elbette cezalarını göreceklerdir. Yüce Allah; "Kim ki benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse, ona dar bir geçim vardır ve biz onu Kıyamet Günü kör olarak diriltir, duruşmaya getiririz."(Taha, 20/124) buyurur.

Hakiki mutluluk ve huzur, yalnız imanda ve iman hakikatleri içerisinde bulunur. Hayatlarını Allah'ın emirleri doğrultusunda geçirenler, hem ailelerine hem de içinde yaşadıkları topluma faydalı birer kişi olur ve dünya hayatında yaşadığı sıkıntıların Allah’tan geldiğine inanarak, dünya hayatının yüklerinden kurtulurlar.

Yazarın Yazıları