Ekrem VANLI
  • 26/02/2018 Son günceleme: 26/02/2018 15:30
  • 17.493

Vefa; kişinin vadine, ahdine ve yeminine sadık kalması, dostlarını unutmaması, onların dostluklarına ve iyiliklerine daha güzeliyle karşılık vermesidir. Böyle insanlara vefakâr denilir. Vefa, bir Müslüman’da bulunması gereken en güzel ve en faziletli meziyetlerden ve hasletlerden biridir.

Vefanın zıddı nankörlük ve yapılan iyilikleri unutmaktır. Vefalı bir kişi yapılan iyilikleri unutmaz, sözüne sadakat gösterir ve böylece vefalı olduğunu ortaya koyar. Sözünde sadık olmayanlara itimat edilmez, hürmet ve muhabbet gösterilmez. Onların kadir ve haysiyetleri alt üst olur.

Vefa, gerek Allah’ın nazarında gerekse içtimai hayatta insanın itibarını ve şerefini artırır. Vefa, dinen, aklen ve vicdanen yerine getirilmesi vacip olan en büyük hakikatlerden biridir. Vefa daima baş üstünde taşınan kıymetli bir taçtır.

Vefa dostlukları arttırır. Vefalı insan herkes tarafından takdir edilir ve sevilir. Vefa insanı Allah’a dost eder. İnsan hayatının ruhu ahde vefadır. Vefasızlar dünya ve ahirette kendilerine dost bulamazlar. İhtiyaç ve zaruret hallerinde de kimseden yardım görmezler.

Vefanın zıttı nankörlüktür. Vefakarlık; kadir kıymet bilmek ve kendisine yapılan iyiliği unutmamaktır. Nankörlük ise iyiliğin değerini bilmemek veya kendisine yapılan iyiliğe kötülük ile mukabelede bulunmaktır.

Vefa duygusuna sahip olmayan kimseler; sadece kendini, zevkini ve menfaatini düşünen bencil ve nadan kimselerdir.

Vefanın en büyüğü, insanın Rabbine verdiği ahdinde durması, yaratanını tanıması, emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınması ve O’nun verdiği sayısız nimetlere şükürle mukabelede bulunmasıdır.

“…Verdiğiniz sözü yerine getirin! Çünkü verilen söz mes’ûliyeti icab ettirir.” (el-İsrâ, 34)

“Onlar emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.” (el-Mü’minûn, 8)

Allah (c.c.) kullarını yarattığında, onlardan kesin söz almıştı. Kullar, Allah'a verdikleri sözde: ''Sen, bizim Rabbimizsin'' dediler. Yani insanlar, Allah'a hayatımız boyunca: ''Yalnız sana kulluk edeceğiz ve yalnız senden yardım dileyeceğiz'' sözünü verdiler. Böylece kullar, Allah ile ahidleştiler. Böyle bir ahidleşmeyle, insanoğlunun dünya hayatı başlamıştır. Yani biz hayata, ''söz vererek'' başlıyoruz. Bunun içindir ki, İslâm Medeniyetinde söz vermek ve bu verdiği sözde durmak önemli bir yere sahiptir.

Her güzel ahlakta olduğu gibi, vefada da en ileri zat Hz. Peygamber’dir. O, sözüne, ahdine, kefaletine ve sadakatine son derece vefalı idi.

Allah Resûlü (s.a.v) birine söz verdiğinde şartlar ne olursa olsun mutlaka onu yerine getirirdi. Abdullah b. Ebi’l-Hamsa (r.a.) şöyle anlatıyor:

Henüz Peygamberlik verilmeden önce Hz. Muhammed (s.a.v.) ile bir yerde buluşmaya karar verdik, fakat ben verdiğim sözü unuttum. Aradan üç gün geçtikten sonra hatırladım ve buluşacağımız yere gittim ki, Hz. Muhammed (s.a.v) hâlâ orada bekliyor. Yanına yaklaştığımda bana şöyle dedi:

“Abdullah nerede kaldın, bak bana eziyet ettin; üç gündür seni burada bekliyorum.”

Hz. Peygamber üç gün boyunca her gün söz verdiği saatte gelip o kişiyi beklemiştir.

Bir mü’minin Hazret-i Peygambere (sav) karşı vefası ise, O’nun sünnet-i seniyyesini hayatına tatbik etmesi, O’nu, nefsinden, evladından, ana ve babasından daha ziyade sevmesi ve O’na (sav) daima salavat getirmesidir.

Müminlerin birbirlerine karşı vefa göstermelerinin en önemli şubesi, hiç şüphe yok ki anne ve babaya vefadır.

Evet, anne ve babaya karşı vefa, onlara itaat ve hürmet etmektir. Anne babaya itaat etmek, hürmette bulunmak ve ihtiyaçlarını temin etmek dinî, fıtrî ve vicdanî bir vazifedir. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun anne ve babaya yardım etmek, hizmet edip ihtiyaçlarını gidermek ve onları himaye etmek bir evlat için farzdır. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurur:

"Rabbin, ‘Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya ihsan edin’ diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse onlara 'Öf!..' (bile) deme. Onları azarlama. Onlara çok güzel (ve tatlı) söz söyle.” (İsra Suresi, 17/23.)

Kullarına daima lütuf ve ihsanda bulunan Cenab-ı Hak, bu ayette önce zatından başkasına ibadet etmemeyi ve hemen ardında da ana babaya ihsanda bulunmayı, onlara hürmet etmeyi ve haklarında güzelce muamelede bulunmayı emretmiştir. Bu da anne babaya itaatin ve onların hukuklarının ne kadar ehemmiyetli olduğunu ortaya koymaktadır. (M.KIRKINCI,Vefa Nedir?)

Anne ve babanın evlatlarına göstermiş oldukları şefkat ve merhamet, ikram ve ihsanlara bedel, onlar da anne babalarına ikram ve ihsanda bulunmalı ve onlara karşı vefalı olmalıdırlar.

Bir babanın oğluna vasiyeti:        

Oğlum, herkesle arkadaşlık edilmez. İhtiyaç içinde olduğun zaman senden uzaklaşan, genişlik zamanında malına göz diken ve yükseldiği vakit sana üstünlük taslayan kimse ile arkadaş olma!” olmuştur.
Görüldüğü gibi nesillerin Allah’a (cc) bağlı ve itaatkâr olmaları için ana-babaya ve evlatlara önemli görevler düşmektedir. Bu görevlerin başında ebeveynlerin şefkat ve merhamet duygularıyla hareket etmeleri, evlatların ise ana-babalarına vefa ve saygı ile davranmaları gelmektedir.

Bir ebeveyn ve bir evlat olarak yapabileceğimiz en güzel dua ile sözlerimizi tamamlayacak olursak; “Rabbim, bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf 46/15). “Ey Rabbimiz! (Amellerin) hesap olunacağı gün beni, ana-babamı ve bütün mü’minleri bağışla. (İbrahim 14/41)

Yazarın Yazıları