Muharrem ERGÜL
  • 13/06/2018 Son günceleme: 14/06/2018 23:30
  • 11.471

Köylerden kentlere gelen, yeni kentliler birçok tehditle karşı karşıya.

Aslında köylerden demeyelim de, Anadolu'nun muhtelif yerlerinden büyük kentlere göç edenler diyelim.

Kente yeni gelen bu insanlar, trafik, hava kirliliği, siyasi kamplaşmaları, eğitim durumunu, ailevi meseleleri, geçim sıkıntısını büyük tehlike olarak görüp her gün konuşup dururlar.

Oysa bunlar, hayatın içindeki günlük değişken sıkıntılardır. Kişiye göre de değişir. Bazen hepsi tehlike olur, bazen biri veya bir kaçı.

Aslında Anadolu'dan büyük kentlere göç eden insanımız asıl tehlikeyi fark edemiyor. Hatta bu tehlikeyi tetiklemekten de kendini alamıyor.

Bu tehlike mikro-milliyetçiliğe zemin hazırlayan yapılanmalardır.
Mikro-milliyetçilik arttığı zaman da,
A Partili, B partiliye,
A tribünü, B tribününe,
A marşını okuyan, B marşını okuyana,
bu liste uzar, gider.

Zamanla bir de bakmışsınız ki, isteyerek ya da istemeyerek herkes ötekine hırs bilemeye başlamış.

"Yok, canım, daha neler!" deseniz de fayda yok. Gerçek bu. Birinin azıcık bam teline basılınca bir gürültü patırtı kopuyor.

En basitiyle, trafikteki anlık kavga, gürültü bunun somut örneğidir.

Hele siyasi arenada kavgalar daha çetrefil bir hal alıyor.

"Vay benim afişimin, bayrağımın yanına nasıl bayrak asarsın?" muhabbeti hiçbirimize yabancı değil. Bu uğurda ne kanlar döküldü, ne canlar yitti, gitti.

Yüreğimizde sanki saatli bomba taşıyoruz.
Biz ki "şefkat ve merhamet Peygamberinin ümmetiyiz" bize ne oluyor, anlamak mümkün değil.

Kentteki tehlike ve şiddet çağrışımlarının elbette büyük fotoğrafta birçok ana nedeni var. Ancak bilesiniz ki, en büyük nedenlerden birisi mikro-milliyetçiliğin yükselmesidir.

Mikro-milliyetçilik vatanseverlik falan değil ha. Sakın yanlış anlaşılmasın.

Tam tersine mikro-milliyetçilik vatan duygusunu zedeleyen ona zarar veren ayrıştırma ve toplumsal izolasyondur.

Mikro-miliyetçilik birlik ve huzuru dinamitleyen insanları yakınlaştıran sinsi bir hastalıktır.

Mikro-milliyetçiliği körükleyen yapılardan biri de kuru ve sığ bir hemşericiliktir.

Oysa doyduğumuz, yaşadığımız kent insanına katkı sağlayıp, onlarla birlikte yeni bir gelecek kaygısı taşıyacağımıza, Anadolu'dan geldiğimiz köyün havasını kente taşımak istememiz bizi içinden çıkılmaz çelişkilere sürüklemektedir.

Ne oralı, ne buralı olamamak bizlere ızdırap veriyor. Kente aidiyetimiz tam olmayınca köy özlemi bizleri dar alanlara sıkıştırıyor.

Ruhumuz köyde, bedenimiz kentte olunca yaşadığımız yere intibak etmekte zorlanıyoruz. İşte o zamanda bizden yani köyümüzden olmayan hemşeri grubunu sevmiyoruz. Sadece sever gibi yapıyoruz.

Ayrıca onlarla sivil toplum platformu olarak bir araya geliyoruz ama her şey sözde kalıyor.

Varsa da yoksa da bizim köylüler diyoruz.

Oysa yaşadığımız kentteki herkes bizim olmalı. Onları hemşeri grubu olarak ayrıştırmadan nerede yaşıyorsak sadece "oralı" olarak tanımlayabilmeliyiz.

Ne yazık ki, doyduğumuz ve yaşadığımız yeri ve oranın yerli insanını göz ardı ediyoruz.

İşte bakın görün. Bugün büyükşehirlerde kaç farklı hemşeri derneği var. Ever bir ihtiyaçtan kuruldu bunlar diyeceksiniz. Dün öyleydi. Ancak bugün bu tür yapılanmalara gerek kalmadı.

Biz artık yaşadığımız kentin bir öznesiyiz.

O kente ait değerleri koruyup kollayacak yapılandırmalara ihtiyacımız var. Artık kent kültürü bize yeni değerler kazandırdı. Bununla birlikte yeni sorunlar da getirdi. Bunları birlikte aşacak organizasyonlara ihtiyacımız var.

Yoksa mikro-milliyetçiliğimizi arttıracak yapılar bizi kentte daha bir ayrıştıracak hale getirecek.

Bu tehlikenin fark edilmesi gerekir. Yoksa bu duygular arttıkça hiçbirimize düşman olmaya varan davranışlarda bulunmamızı haklı görmeye başlarız.

Toplum niye barut fıçısı gibi oldu sanıyorsunuz. Hepimiz bu yangına odun yetiştirmeye çalıştık.

Ancak bilesiniz ki, bunun ilk işaret fişeği mikro-milliyetçiliktir.

Bu konuda daha hassas ve daha özenli olmaya ihtiyacımız var.

Kalın sağlıcakla...

Yazarın Yazıları