Saadettin KILIÇ
  • 08/04/2020 Son günceleme: 08/04/2020 13:07
  • 4.001

Bazı insanlar; hem çok bilgili hem de engin kültürlü olmalarına rağmen bir türlü tam tanımlanamaz gerekçelerden dolayı edindikleri ekonomik standartlar genellikle çok düşük düzeyde kalıyor.

Bazı insanlar da; hiç yokluk çekmeyecek kadar varlıklı ve maddi güçleri de özellikle haramdan (hırsızlık, soygun, mafya ve sahtekârlık gibi) fazlasıyla yerinde olmasına rağmen yeterince doğru bilgi ve evrensel kültürle buluşamadıkları için koca bir yaşamı sınırlı ve rutin tatlarla sürdürmek zorunda kalıyorlar.

Ne yazık ki; bu vahşi dünya sisteminde insani ve ahlaki değerlerin yükseldiği yerlerde ekonomik değerler, ekonomik değerlerin yükseldiği yerlerde de insani değerlerin düşmesi sanki zorunlu bir yasa hayatımızda.

Oysa doğal ve ahlaklı olan bir sistemde bilgi ile ekonomi, erkek ile dişi gibidir.

Bilgi ile ekonominin birleşmesi de dişiyle erkeğin birleşmesi gibi çok ulvi bir eylemdir.

Çünkü doğal ve doğru olan bir sistemde uygun şeyler bir araya gelebilmeyi becerdiklerinde büyük bir mutlulukla çoğalırlar.

Bir + bir = en az üç ederler…

Örneğin birbirlerine uygun iki kişi yani bir erkek ve bir dişi bir araya geldiğinde bir artı bir eşittir en az üç eder yani sinerjiye dönüşür ve çoğalırlar.

Eğer bu iki kişinin ikizleri olursa dört, üçüzleri olursa beş, dördüzleri olursa altı, beşizleri olursa yedi kişi olurlar.

Ahlaklı ekonominin bilgiyle ya da ahlaklı bilginin ekonomiyle birleşmesi de insan soyunun yaşam kalitesini yükseltir.

Ve insanlar bu birleşmeyi ahlaki ve evrensel normlarda sağlayabildiği oranda mutlu, gelişmiş, huzurlu ama gayri ahlaki normlarda bu birleşmeyi gerçekleştirdiklerinde de ilkel, vahşi, saldırgan ve tam bir kaos içinde yaşarlar.

Bakara suresi Ayet 223:

“Kadınlar sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza nasıl isterseniz yarın ve kendileriniz için ileriye hazırlık yapın ve Allah’tan korkun ve mutlaka O’nun huzuruna varacağınızı bilin. Müjdele müminlere.(Elmalılı M. Hamdi Yazar)”

…Ne acı ki Türkiye’nin % 10’nundan fazlası sonradan ve doğuştan özürlüdür.

Kimi eksik uzuvlu, kimileri de düşünsel özürlüdür.

Evet, yanlış okumadınız neredeyse komşu ülke Yunanistan’ın nüfusu kadar insanımız, yani on milyondan daha fazla yurttaşımız ne yazık ki çağ dışı düşünceler yüzünden büyük üzüntüler duyduğumuz hallerde gelmişlerdir dünyaya(İstisnalar hariç)

Oysa Tıp bilimine göre; dünyaya gelen her canlı; 23 kromozom erkek, 23 kromozom dişi olmak üzere mikro düzeyde anne ve babasının bütün özelliklerini taşımak zorundadır.

Eğer her şey bir rastlantı olsaydı kedilerden maydanoz, pırasadan da tavşan çıkabilirdi.

Demek ki, Tıp Bilimine saygı duymak gerek...

Bu ne demek? 

Şu demek:

İnsanlar, ister Cumhurbaşkanı, ister Meclis başkanı, ister Başbakan ve ister sıradan halk bile olsalar akıl dışı davranırlarsa gerekli, gereksiz, çoğunluğu bilgisiz her fırsatta, samanlıkta, dağ başında, ormanda nerede rast gelirse orada hamile kalır kadınlar.

Sağlık kontrolleri ve hiçbir ön hazırlık yapılmadan şehvetle tohumlarının tarlalara bırakılması yeterli görülür. Babalar sevinir, soyu sürecek diye...

Fakat bir de erkek doğmazsa vay hallerine o tarlaların, o zaman da iki, üç, dört yeni tarlalar satın alırlar.

Cahiller, gafiller bilmezler ki, tarladan değil tohumlarındandır ama erkekliğe kondurmaz devam ederler.

Doğum sonrası salarlar dağlara, kırlara, ovalara, sokaklara düşe kalka büyüsün, kendileri neler çekti onlar da yaşasın görsün. Sorun mu çıkarır, çak ağzına bir tokat sussun, ötekiler de ders alsın. Töreyi öğrensin, büyüyünce aynı yöntemle onlar da öğretsin.

Gayri er olan doğurtur, kadın olan da doğurur işi ne?

Peki, bu analar, babalar bilmezler mi, o dövdükleri, ruhlarını ve bedenlerini aç bıraktıkları o çocuklar aslında kendileridir. Bir çınar ağacının yanı başındaki fidanı neyse, onlarda yavrularının kökleridirler. Etleri, kemikleri, bedenlerinde oluşan sınırsız, sonsuz hücreleridir.

Sadece anatomik özellikleri de değil, tohumlarını tarlaya attıkları ana kadar yaşadıkları sevincin, hüznün, acının, mutluluğun ve mutsuzluğun da ürünüdür bütün çocuklar. 

Aynı anne ve babadan dünyaya gelmesine rağmen boşuna mıdır kardeşler arasındaki kişilik farkları? Aynı tarladaki hasat da her yıl aynı mıdır sanki?

Bu yıl ekin zamanı havalar kıvamında geçti, ürün de bal gibi tatlı, geçen ekin zamanı havalar çok sertti, tarla aynı ama ürün ekşiydi…”  Eminim hiç kimseye yabancı değildir bu sözler.

İşte bu şartlar altında doğurduğumuz o çocuklarla aynı dünya, aynı gemi, aynı uçak, aynı otobüs, aynı minibüs, aynı tren, aynı sokak ve aynı caddelerde yan yana geliriz.

Bazen tanışır, tartışır, bazen taciz, tecavüz görürüz.

Yaşamak için “Kap Kaç”lar yapar canlar alırız. Kafalara çivi çakar, Gines Rekorlar Kitabı’na gireriz. Canlı bombalar olur, dünyaları yakarız. İkiz Kulelere dalar binlerce cana kıyarız. Domuz bağıyla vahşi katliamlar yaparız. İnsanları otellerde canlı, canlı yakarız…

Yüksek menfaatler karşılığı, emperyalistlerin emirleriyle ülkemizin en itibarlı insanlarını zindanlara atarız. Adları kitaplara sığmayacak kadar çok aydın katlederiz. Gaz odaları, işkence ve vahşet uzmanları yetiştiririz...

Aramızdan Diktatörler, Başkanlar, Başbakanlar, Bakanlar, Vali, Kaymakam, Belediye Başkanları, Muhtar, Polis, Zabıta, Memur, İşçi, İşsiz, Katil, Teröristler çıkarırız. Onlar da böylesine kirli ve vahşi bir dünyanın Erol Taş rollerine soyunurlar.

Allah rızıklarını verir ama... Verir ya!

Saraylarda, yatlarda, uçaklarda, arabalarda, hastanelerde, tımarhanelerde, hapishanelerde, köprü altlarlında, sokaklarda, dağlarda, savaş cephelerinde, çadırlarda, baraka ve tek göz odalarda Allah rızıklarını verir elbette.

Çünkü bu dünya sistemine göre ekonomik değerlerden her zaman çok daha ucuzdurlar.

Gerçi insanın her şeyden daha değerli olduğu iddia edilir,  fakat gerçekte ekonomik değerler olan sıradan bir otomobilden bile genellikle çok daha ucuzdurlar.

Örneğin az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ortalama gelire sahip bir ailenin, geçim giderleri çıktıktan sonra oluşturacakları tasarruflarla dokuz ay on günde bir otomobil satın alabilmeleri pek mümkün değildir.

Ama aynı ülkelerde, sözde değeri hiçbir mal ile kıyaslanamaz gibi anılan çok sayıda insanların dokuz ay on günde; bir, iki, üç, belki dört ya da beşiz insana sahip olmaları kısır olmayan her insan için pekâlâ mümkündür.

Veya bir parkta, sokak ortasında, eşik önünde boylu boyunca uzanmış bir televizyonun, boylu boyunca uzanmış kimseli ya da kimsesiz bir insan kadar dışarıda kalması da mümkün değildir.

Oysa ekonomik kar amaçlı üretilen her mal için bile en önemli faktör, en verimli ve en karlı üretimin hangi koşullarda elde edileceğidir.

Bunun için herhangi bir malın üretimine karar alınırken ilk yapılacak iş, proje aşamasında uzman kişiler tarafından ciddi bir ön araştırma yapmaktır. Bu araştırmalardan çıkan sonuçlar, kar amaçlı koşullara uygun değilse üretime geçmezler bile.

Ya insanların üremesi?

Büyük bir çoğunluk ne kadar da ucuz gelir dünyaya!

Derdimiz, ekonomik bir mal için yapılan ön araştırma ve yatırımların; her şeyi uğrunda ürettiğimizi iddia ettiğimiz insan için doğum öncesi ve sonrası özenle yapılmayışınadır.

Şöyle düşünelim; diyelim ki çocuk yapmayı planlayan ebeveynlerden biri ya da ikisi, AİDS, Frengi, Şizofren, Verem, Kanser, Şeker vs. gibi hastalık veya hastalıklar taşıyorsa, ortalama sağlık standartlarına uygun bir doğum için önce bir doktor kontrolünden geçip ön araştırmalar yapmaları gerekmez mi?

Belki de, pek çok bebek dünyaya gelmeden önce uzman doktorlar denetiminde, yine uzmanların belirleyeceği zamanlarda doğsalardı, sayıları neredeyse Yunanistan nüfusu kadar çok özürlü vatandaşımız olur muydu?

Sorun sadece doğum öncesi özürlü dünyaya gelen çocuklar da değil tabi.

Çünkü doğum öncesi kadar önemlisi, hasbelkader sağlıklı dünyaya gelen bebeklere yeterince insani özenin gösterilmeyişidir.

Herkes bilir, bir ülkeden başka bir ülkeye gitmek isteyenlere, devletler ülkelerini korumak için vize koyarlar.

Peki, dünyayı ve tüm insanlığı korumak için sağlıksız oluşabilecek doğumlara neden vize konmaz?

İnsan gerçekten dünyanın en değerli canlısı ise layık olduğu yaşam bu mu olmalıydı?

Keşke; yedi milyar özensiz ve değersiz insan yerine; 700 milyon özenli ve değerli insan olsaydık.

Açlık, sefalet, korku, şiddet, vahşet, savaş, stres ve düşmanlıklar körükleyen daha çok “nefer” yetiştirmek yerine, bolluk, bereket, barış, huzur, mutluluk ve sevgi dolsaydık!

Acaba o zaman hiç doğmamış 6,5 milyar insan için kim üzülürdü, ya da bugün dünyanın nüfusu 14 milyar değil diye kimler karalar bağlardı?

İnsanın dünyaya gelmesine karar verilmişse, daha ana rahmine girmeden önce, en sağlıklı doğabilmesi için bilimin ulaştığı son noktaya kadar özen görse ve insan onuruna yaraşır şartları da yerine getirilse; ozon tabakası bu kadar delinir insanlığı böyle tehdit edebilir miydi?

SSCB, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Auschwitz, Bosna, Filistin, Irak, Libya, Suriye, İran, İsrail, Vietnam, Çanakkale, Yemen, Güneydoğu ve neredeyse dünyanın her yerinde, doğal yaşama sürecini tamamlayamadan ve zamanından çok önce milyonlarca insan ölür müydü?

Ama ne yazık ki bütün dünyada CORONAVİRÜSÜ felaketinin yaşandığı bu ortamda bile ekonomi hala insandan daha değerli…

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz