Muharrem ERGÜL
  • 13/09/2018 Son günceleme: 13/09/2018 17:36
  • 12.449

Yıl 1945... İkinci Dünya Savaşı yılları.

İğneden ipliğe her şeyi dışarıdan alıyoruz.

Yurt içinde ancak, basit el aletleri yapılabiliyor. Halkın ekmeğe, devletin üç kuruşa muhtaç olduğunu cümle alem biliyor.

Savaşlar ve göçler Anadolu’yu perişan etmiş.

Neredeyse her evden bir veya birkaç şehit çıkmış.

Köyler yaşlı, dul ve yetimlerle dolu.

Her alanda seferberliğe ihtiyaç duyulduğu yıllar.

İşte bu yıllarda;

Eğitim hamleleri de yeni başlamış. Öğretmen okullarının temeli olan Köy Enstitüleri ile köylerdeki öğretmen açığı doldurulmaya çalışılıyor.

Her köye okul yapılmaya ve öğretmen gönderilmeye çalışılıyor.

O günkü anlayışa göre, "kalkınma köyden başlayacaktı." 

Doğru ve yanlış, o ayrı bir tartışma konusu. Ancak bu yolla kalkınmak bir model olarak görülüyordu.

Bu esnada, sayıları gittikçe çoğalan Köy Enstitüleri müdürleri ile ilgili dedikodular Ankara’ya ulaşır.

Dedikodu şuydu:

Enstitü Müdürleri, atölyelerde kullanacakları malzeme, alet ve edevatla, öğretmenlerin mezun olduklarında kullanacakları her türlü aleti İstanbul’a gelerek Perşembe Pazarı’ndan almaktaymışlar.

O yıllarda Perşembe Pazarı ticareti Rumlar ve Yahudilerin elindedir.

Bu kabul edilebilir bir ticari anlayışı değildi.

Ayrıca bu malzeme, alet ve edevatlar okullara en yakın yerlerden temin edilmeli veya okulun imkanlarıyla yapılmaya çalışılmalıydı.

Çünkü, savaş nedeniyle çökmüş olan yerli ve yerel ekonomi ancak böyle yeniden ayağa kalkabilirdi.

Bu okullar, halka örneklik teşkil etmeliydi. Onlar yerli ve yerel mal ve hizmet olmalıydı öncelikle.

Okul müdürleri ile ilgili şikayet ve dedikoduların artması üzerine Köy Enstitülerinin kurucusu da olan dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç olaya el koyar.

Tonguç, tüm okul müdürlerine günümüze de ışık tutacak şifreli bir telgrafla şu talimatları verir.

1- Bu yıl enstitüden mezun olacak öğretmenlerin üretim vasıtaları ve işçilik ücretlerini satın almanız için ayrılan ödenekler idareniz emrine gönderilmiştir. Bunların ne suretle temin edilecekleri resmi ve özel şekilde ayrıca bildirmiştir.

2- Bu bildirimimize rağmen, bazı okul müdürlerinin yakın çevrelerinden gereken incelemeleri yapmadan ve mevcut imkanlardan faydalanma yolunu tutmadan İstanbul’a alım için adam gönderdikleri tespit edilmiştir. Bu davranış asla doğru değildir.

3- İstanbul gibi uzak bir merkezde bu işleri vurgun ve rüşvet konusu yapmak isteyenlerin bulunduklarını bilmek lazımdır.

4- Tüm alımları ve aletleri bölgenizden, mümkün değilse en yakın şehir ve kasabaların piyasalarından, sanat okullarından ve enstitünüz atölyelerinden faydalanarak yapmanız gerekmektedir.

Telgraf bu.

Böyle bir telgrafı bu yazıma niye konu ettim, bakın anlatayım.

Küresel ekonominin albenisine kapılan günümüz insanı yaşadığı sokağıyla, adeta gurur duyuyor.

Özellikle günlük ihtiyaçların temininde çok uluslu şirketlerin kurmuş olduğu AVM'lerin tercih edilip en yakındaki küçük esnafın unutulması hayli düşündürücüdür.

Ayrıca resmi kurumlar alımlarında yine çok uluslu şirketler ve markaları tercih etmektedirler.

Bu tam anlamıyla "sorumluların sorumsuzluğudur."

Bu felaket çağrısıdır. 

Bu yaklaşan felaket çığlığını duymamaktır

Tüm kamu kurumları ihtiyaçlarını yakın çevreden değil de uzak çevrelerden karşılar, mal ve hizmet alımını yerelden temin etmezlerse, bulundukları çevrenin fakirleşeceğini hiç hesaba katarlar mı bilemem.

Ama bildiğim şu: Yakın çevre mahalledir. Mahalle çökerse, köy çöker. Köy çökerse ilçe çöker. İlçe çökerse il ve nihayet memleket çöker.

Bunu düşünüp herkes ayağını denk almalıdır. Hani vatan savunması diyoruz ya. Bu her zaman topla tüfekle olmuyor. Hepimizin bildiği malum. Ekonomik savaş, savaşların anasıdır.

Her gün euro ve dolar kaç lira olmuş diye takip edenler acaba kapı komşunuz mahalle esnafı ne durumda diye hiç merak ettiniz mi?

Her gün euro ve doları takip eden kamu kuruluşlarının yetkilileri alım yaparken en yakındaki esnafa hiç uğruyor mu?

Azgın kapitalizm bizi kuşattı diyen yerel yönetimler hizmet alımlarını niye daha uzak yerlerdeki firmalara verir?

Yapım işlerini daha bir uzaktaki müteahhite altın kase içinde niçin sunar acaba?

İşte bu anlayış yaşadığımız yeri fakirleştirmektedir.

Tez elden bu durumun düzeltilmesi gerekir.

Ekonomik savaş çok yönlü olarak devam etmektedir.

Hepimiz farkında olmadan ülkemize savaş açanlara destek olmaktayız.

İsveç malı, Alman malı, Amerikan malı, Fransız malı, İtalyan malı, Hollanda malı, ürünler hayatımızın bir parçası olduysa ve bunun farkına vardıysak bu durumdan mutlaka kurtulmalıyız.

Bu savaşın kazananı ne dolar ne euro ne toplar ne tanklar olacaktır.

Bu savaşın kazananı kendi üretip, kendi tüketenler olacaktır. Bu savaşın galibi kendine yetenler olacaktır. Gün onu, bunu, şunu suçlama günü değildir. Gün tasarruftan başlayıp kendi üretim modelimizle kalkınma günüdür.

Yıl 2018

Üçüncü Dünya Savaşını yaşıyoruz.

Hedeflerden biri biziz.

1945’li yılları hiç aklınızdan çıkarmayın. Bugün savaş tüm hızıyla devam ediyor. Ekonomik savaş savaşların anasınıdır. Temennim o ki, bu anlaşılabilir. 1945’li yıllardaki o basit telgraftan ders çıkarılabilir.

Kalın sağlıcakla…

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz