Saadettin KILIÇ
  • 08/02/2020 Son günceleme: 08/02/2020 13:49
  • 3.647

Bazı bilim insanlarının iddialarına göre; bundan 8–10 milyon yıl öncesinde Doğu Afrika’da Rift Vadisi’nde ortaya çıkan ilk insan-lardan günümüze kadar bilinen bütün tarihimizde insanların en fazla yücelttiği değer her zaman ekonomi olmuştur.

Bu nedenle; ekonomik değerlerin yükseldiği yerlerde insani değerler, insani değerlerin yükseldiği yerde de ekonomik değerler düşmüştür.

Ve yine dünyanın her yerinde, her zaman kesintisiz kavgalar, katliamlar, ihanetler, savaşlar, yağmalar, işkenceler, tecavüzler ve intiharlar yaşanmış ve yaşanmaktadır.

Savaşları kazanan bütün galipler, mağlup ettikleri milletlerin kızlarını, kadınlarını zorla veya rızasıyla alarak ”Melez” soyların gelişmesini hızlandırmışlardır.

Belgesel gerçekleriyle Müslüman komşumuz Irak’ta;  Körfez Savaşı’nda 500 binin üstünde kadın ve kızın ırzına geçildiği, 7–8–9–10-11 yaşlarındaki kız çocuklarına sapıkça tecavüz edildiğini bütün dünya biliyor.

Garip ama gerçek; bu çok büyük yıkımlar karşılığı da olsa “Savaşlar” insanları akrabalaştırmıştır. Üstelik sadece askeri savaşlar değil; ekonomik savaşlar da zorunlu veya gönüllü akrabalaşmaya ve melezleşmelere yol açmıştır. Bu trajik gerçekler herhalde her türlü savaşların avunulacak tek pozitif yanıdır.

Ayrıca bilim insanlarına göre melez ırklar, arı ırklardan çok daha sağlıklı ve çok daha nitelikli soylar oluşturuyormuş. Ama barış ve eşitlik içinde gerçekleşen melezleşmelerden çok daha sağlıklı ve çok daha mutlu soylar dünyaya geliyormuş. Yani melez doğmak için ille de vahşice savaşlar yapmak gerekmiyormuş…

Bu ön gürüyle övünenlerden olmak için değil ama benim teorem ve objektif tarih kitaplarına göre tüm Türk Devletleri de böyle bir millettir…

Sonradan Türklere katılan çok sayıda ve farklı, farklı soylardan oluşan insanlar; gönüllü ya da gönülsüz onayladıkları; ortak dil, ortak bayrak ve ortak yaşamda melezleşerek “TEK MİLLET”  anılan TÜRK MİLLETİ” olmuşlardır.

Türkler hiçbir zaman “ARI IRKÇI” bir devlet olmamış ya da kendilerine gönüllü veya zorla katılan başka halklar yüzünden arı millet veya devlet kalamamışlardır…

Ama Türkler; insanlık tarihinde Atı ilk ehlileştiren, üzengiyi bulup diyar, diyar dolaşabilen ve emsal milletlere göre daha kısa zamanda, daha çok bilgiye ulaşan, dünyanın en savaşkan milletlerinden biri, hatta birincisiydi.

Örneğin Tarihteki ilk Türk Devleti, İskit Türkleri:

MÖ. VIII. yüzyılda Tanrı Dağları, Fergana ve Kaşgar bölgelerinde yaşayan eski Türk Devletlerinden İskit İmparatorluğunun kadınları tek memeliydi.

İskit Türklerini anlatan Hipokrat’a göre; İskit Türkleri çok iyi ata binen savaşçı bir ulustular.  İskit kadınları da ata biner ve ok ile yay kullanırdılar. 

Bu yüzden, İskit Türk geleneklerine göre kız çocukları, bu iş için hazırlanmış bakır bir aleti kızdırarak bedenlerinin bu kısmını (sağ memelerini) dağlayarak yok ederlerdi.

Sağ meme dağlandıktan sonra büyümez ve bedenin tüm gücü daha sonraki gelişiminde sağ omuza ve kola giderdi.

İskit kızları, kız kaldıkları sürece savaşa devam eder ve sekiz düşman askeri öldürmedikçe de evlenemezlerdi. Sekiz düşman, ya da daha fazla asker öldürüp bir erkeğe varma hakkını kazanınca, yani evlendikten sonra bir daha ata binmez ve artık silah kullanmazlardı.

Türklerin 10 bin yıllık tarihi dillendirilmektedir, peki bizim ülkemizdeki Türkler kimler midir? Örneğin ben, Türk olduğumu kolaylıkla kanıtlayabilirim.Trakya ve Anadolu topraklarında, ya da yurt dışında yaşayan tüm yurttaşlarımız da, başkalarından yardım bilgi almadan kendi başlarına Türk olup, olmadıklarını tek, tek anlayabilirler.

Ben kim miyim?

Türküm, belgesi ise sizsiniz, annem, babam, kardeşlerim, akrabalarım, komşularım, hepimiz, aklımız ve beynimizdir…

Çünkü eğer Türk değil de; Kürt, Boşnak, Arnavut, Zaza, Gürcü, Çerkez, Çeçen, Gacal, Dağıstanlı, Lezgi, Pomak, Çingene, Arap, Laz, Süryani, Ermeni, Yahudi, Rum, Asuri, Bahai, Leh, Malakan, Dürzi veya melez biri olsaydım, mensup olduğum halkın ya da halkların dili veya kültürünü mutlaka bilirdim.  Sadece ben mi bilirdim?

Dedemin, Dedesi, Anneannemin Annesi, Dedem, Ninem, Anam, Babam, Amcam, Halam, Teyzem, Dayım, Kardeşlerim veya komşularım da kuşaktan kuşağa kesintisiz geçen bu gerçeği mutlaka bilirdiler.

Köken olarak Karadenizliyim ama ne benim, ne de ailemin Lazlar gibi bir dilim veya Lazlar gibi bir geleneğim hiç olmadı. Olsaydı; dedem, ninem, annem, babam, dört kardeşim, akrabalarım, komşularım, mahallelim, köylüm duymaz, bilmez, bana söylemez ve öğretmezler miydi?

Doğduğum, yaşadığım cennet Anadolu topraklarında sadece Türkçe dile, Müslüman dine ve geleneklere sahip olduğumu adım gibi bilirim ve ben Türküm, bu nedenle Türklüğümü ne başka ırklardan üstün gördüm, ne de sorgulamayı hiç mi hiç düşünmedim.

Siz de eğer benim gibi; Kürt, Boşnak, Arnavut, Zaza, Gürcü, Çerkez, Çeçen, Dağıstanlı, Lezgi, Pomak, Çingene, Arap, Laz, Süryani, Ermeni, Yahudi, Rum, Asuri, Bahai, Leh, Malakan, Dürzi veya Melez dilini ve geleneğini hiç bilmiyor ve gizli de olsa yaşamadıysanız demek ki Türk’sünüz… 

Laz diye anılan ve kendilerince de Laz sanılan Rizeli, Trabzonlu, Giresunlu, Ordulu, Samsunlu, Sinoplu, Karadenizliler de kesinlikle Laz değil, Türk’türler. Türk Milletinin ferdi olmayı seçen ve Türk olmaktan şeref duyan Lazlar, Kürtler, Arnavutlar, Çerkezler, Pomatlar Abazalar vs.ler de orijinleri asla yitirmemiş melezleşmiş Türk’türler.

Türk adının doğuşuyla ilgili pek çok araştırma ve makale yazılmıştır ama en eski ve en güvenilir kabul edilen ÇİN kaynaklarına göre; Türk’ün en eski telaffuz şekli “TÜRÜK”; doğan, türeyen, çoğalan, güçlü, kuvvetli” demektir. Türk demek, güçlü, mert, cesur, adaletli ve en savaşkan anılan bir millet demek, kim o zamanlar Türk olarak anılmak istemezdi ki?

Türkler, insanlık tarihinde atı ilk ehlileştirenler olduğu için diğer emsal milletlere göre daha üstün savaşçı olmuş ve daha güçlü ve daha adaletli bir millet olmakla ün salmışlardır.

Ehlileştirdikleri at sayesinde diyar, diyar dolaşmış, diğer milletlere göre daha çok görmüş, geçirmiş, daha çok bilgilenmiş ve edindiği avantajlı bilgiler sayesinde diğer milletlerden daha ileri gitmiş bir millettir.

Bu özellikleriyle de başka güçlü milletler tarafından haksızlığa, ya da saldırılara uğrayan diğer zayıf milletlerin en güvenilir zorunlu veya gönüllü sığınağı olmuşlardır.

Fakat tarihin pek çok döneminde çok sayıda devletler kuran Türklerin, ne yazık ki muhteşem imparatorlukları her zaman dış güçlerin entrikalarıyla, genellikle içerden yıkılmıştır.

İşte, içerden parçalanan bazı Türk Devletleri:

İskit-Saka İmparatorluğu; İran saldırıları ve entrikalarıyla, kendi bünyesindeki Orta Asya Kavimlerinin çatışmaları ile yıkıldı.

Büyük Hun İmparatorluğu; Çin’in siyasal kışkırtmalarına alet olan Türk boyları arasındaki çekişmeler nedeniyle son buldu.

Göktürk İmparatorluğu;  yine Çin’in neden olduğu kardeş kavgaları ile yıkıldı.

Karahanlılar; başka Türk boylarıyla savaşarak yıkıldı.

Altın Ordu Devleti; bir başka Türk İmparatoru Timur tarafından yıkıldı.

Uygur Devleti; Çin’in kışkırtmaları ile içerden parçalandı

Büyük Selçuklu İmparatorluğu; kanlı kardeş kavgalarıyla yıkıldı.

Babür İmparatorluğu; İngiliz Emperyalizmi yıktı.

Son olarak, Osmanlı İmparatorluğu’ da; başta İngiltere olmak üzere Avrupalı Emperyalist ülkelerin oyunları sonucu yıkıldı.

Peki, İngilizler; Güçlü Türkleri nasıl mı yenip, dünya imparatorluğunun efendisi oldular?

Bilgiyle tabi, onlar da tıpkı Türkler gibi daha çok diyar görüp, daha çok öğrenerek diğer emsal milletlerden daha çok bilgi edindiler.

Dört yanı deniz bir ada ülkesi oldukları için denizcilik ve gemicilik de çok hızlı ilerlediler. Öyle gelişmiş büyük gemiler yaptılar ki, hiçbir milletin açılamadığı en derin ufuklara açıldılar emsal milletlere göre doğal olarak daha çok gördü ve daha çok bilgi edindiler. Amerika’da dünyanın efendiliğini yine sonradan edindiği bilgiler ile kazandı. Dünyanın pek çok ülkesinden, pek çok atak ve cesur insan bir araya gelerek, emsallerine göre daha fazla görüp, geçirdikleri bilgiler ile dünyanın en son efendisi oldular…

Milliyetçilik…

Yine benim teoreme göre; ister Boşnak, Arnavut, Kürt, Zaza, Gürcü, Çerkez, Çeçen, Gacal, Gagavuz, Dağıstanlı, Lezgi, Pomak, Çingene, Arap, Laz, Süryani, Ermeni, Yahudi, Rum, Asuri, Bahai, Leh, Malakan ve Dürzi halkları olsun, ister sosyalist, ister komünist, ister şeriatçı, ister anarşist olsun; aklın ve bilimin gereği önce hepimiz milliyetçiyiz aslında.

Fakat Adolf Hitlerin kafatasçılığı gibi faşist bir milliyetçilik değildir kastettiğimiz. Tüm insanlığın bildiği, anladığı,  yaşadığı ve yüzde yüz emeğe dayanan en yakından tanıdıklarına göre öncelediği; korumacılık, sosyalleşmek, yani insanlaşmaktır bu milliyetçilik…

Bu tür milliyetçilikler olmasaydı ne işbirliği, ne insanlık, ne aile, ne sosyallik, ne hak, ne ahlak, ne bilim, ne sanat, ne de hukuk olurdu bu dünyada. Çünkü aslında hepimiz önce milliyetçi, sonra evrenseliz.

Yani önce ailemiz, sonra komşumuz, sonra mahallemiz, sonra, ilçemiz, sonra ilimiz, sonra ülkemiz, sonra da evrenimiz hepimiz için yakınlığımız sırasına göredir her zaman.

Dikkat ederseniz, ilkel, ya da çağdaş bütün toplumlarda insanlar ve canlılar ilk ve en çok kendi canından yavrularına zaman, emek ve bilgi verir, alırlar. Yavrularından sonra kardeşleri, ailesi, akrabaları, komşularına ilçeleri, illeri, ülkeleri ve evren için zaman, emek ve bilgi alır, verirler…

Hayvan severler bile daha çok zaman ve emek verdikleri kendi hayvanlarını bu nedenle daha çok severler.

Vatan da bu nedenle herkes için vatandır zaten, çünkü hepimiz önce sınırlarımız içinde bulunan canlı, cansız pek çok şeye en çok zaman, emek ve bilgi verir alırız, sonra başka ülkelerin sınırları içindeki canlı, cansız pek çok şeye zaman, emek ve bilgi verir alırız…

Aslında daha çok sevdiğimiz ve kutsadığımız, daha çok zaman, emek ve bilgi alıp, verdiklerimizdir… Ve Evren’de mutlak olan en yüce değerler; zaman, emek ve bilgidir.

Milliyetçiliğin değeri de; sadece ve sadece karşılıksız sevgiyle alınan, verilen; emek, zaman ve bilgidir.

Gözünü kırpmadan, davul, zurnalarla şehit olmaya koşan Mehmetçikler ve emekleriyle ülkesine değer katan tüm ülke vatandaşları gibi aslında hepimiz Milliyetçiyiz. Öyleyse, ailemiz, mahallemiz, ilçemiz, ilimiz, ülkemiz ve evren için ne kadar çok emek almış, vermiş isek, o kadar Vatansever ve o kadar Milliyetçiyiz. Gerisi hamaset ve siyasetin hiç tükenmeyecek en çok kirletilmiş hammaddesidir… 

*Venezuelalı General Miranda’nın Türkiye’ye dair hatıratında, Arjantinli Yazar Seyyah Jean Chardin, Türkler için şunları söylüyor:

“Dünyada Türkler kadar aldatılması kolay insanlara rastlanılamaz. Yaratılıştan saftırlar. Kandırılmaları kolaydır.Bu sebepten Hıristiyanların Türklere karşı yapmadıkları madrabazlık, oynamadıkları oyun yoktur. Fakat bir süre aldatılabilirler.Sonunda gözleri açılır ve bir kere açıldı mı çok sıkı vururlar.Ve uğradıkları bütün zararları bir ceremede çıkarırlar.”

Bu sözleri; hamasetle avunmaya çalışan bir Türk değil, entelektüel bir Hıristiyan olan Arjantinli Jean Chardin söylüyor.

*Bkz: Betül Gedik -İstanbul Yahudileri -Sayfa 22-Baskı 1996

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz