Hemen söyleyeyim; yazımın başlığını ödünç aldığım İbn Rüşd'ün Gazâli'ye eleştirisini yönelttiği eserinin ismidir. Hoş felsefeciler için yazılmıştır ve "akıl" der de başka bir şey demez elbette ama bu deyimi seviyorum.
İnsanların tutarsızlıklarının bile tutarlılığının kalmadığı bir çağda tüm anlatamayışlarımı anlatır ümidiyle sarıldım.
"Risk" kelimesinin hayatımıza Portekizceden girdiğini ve " bilinmeyen sulara yelken açmak" anlamında kullanıldığını biliyor muydunuz? Kâşiflerin dilinden , yaşam koçlarının eline düşmüş şu muhteşem sihirli sözcük...
İngiliz sosyolog Anthony Gidens risk kavramını kontrol etme özellikle de geleceği kontrol etmek fikriyle birlikte biçimlendiğini söyler.
Giddens'ın "İmal edilmiş risk" kavramı önemlidir. Sosyoloğun " İmal edilmiş risk" ile kastettiği bizzat insanlar tarafından insanlığın gelişim süreçleriyle, bilim ve teknolojide ilerlemelerle yaratılan ya da ortaya çıkan risklerdir.
Giddens'a göre insanların doğadan ve gelenekten uzak yaşamaları "İmal edilmiş risk" alanına geçme sebeplerindendir. Ki bence bu yaşamak için bile büyük bir risk!
İmal edilmiş risk yayıldıkça ne olur? sorusunu düşünmenizi istiyorum.
İnsanların gelecek ile çok meşgul olmasına sebep olduğunu ve aynı zamanda gelecek gelmediğinden ve bir türlü öngörülemediğinden geleceğin insanlık için gayet "bulanık" bir hâl aldığını söylüyor sosyoloğumuz mesela.
Yine " Risk toplumu" kavramını kullanan ve kuramını ortaya atan Alman sosyolog Ulrich Beck ne demiş bakmalıyız, çünkü zihnimizi toparlayıp lafı getirmek istediğim yere şahsiyet nokta atışı yapıyor.
Beck " Artık günümüzde risk, kıtlıktan değil aşırı üretimden kaynaklanmaktadır" der. Ve tabii aşırı üretimin , aşırı tüketimden kaynaklandığını da unutmayılım lütfen.
Zira biliyorsunuz ki modern ve gelişmiş toplumlarda sosyoloğumuzun da dediği gibi " Açlık probleminin yerine aşırı kilo problemi gelmiştir."
Ve Beck usul usul problemi çözmeye devam eder. Öncelikle bilinen risklerin ve oluşumların gelecekte ne gibi riskler taşıdığını öngöremeyen insanlığın bu durum ilk olarak "tedirgin" olmasına sebep olur.
İnsanlığın kapıldığı tedirginliğin artmasıyla ise "belirsizlik " olgusu zuhur eder.
Ve bu belirsizlik hissinin devamı nihayetinde bireylerde bir "güvensizlik" duygusunun oluşmasını kaçınılmaz kılar.
Eh biliyorsunuz modern dünyada birey ve özel hayatı çok mühimdir. İşte bu önemseme ve yüceltme ile "birey" dediğimiz insan teki güven duygusunu yitirdikçe zamanla dış dünya ile bağ kurmaktan korkar hale gelir. Çünkü dışarısı tehlikelidir ve incinecektir. Dahası kişi, dışarıdaki her şey ve herkes tehlikelidir noktasına gelebilir ve bu potansiyel bir durumdur.
Uzmanlar modern bireylerde olağan gibi görülen birçok davranışın aslında "şizoid" belirtiler gösterdiğini ve "şizoid"kişilerin toplumda giderek yükseldiğini söylüyor.
Bu olağan gibi görülen davranışlar nedir diye soracak olursanız buyrun derim:
Kapatılmışlık , temassızlık, kendini farklı ya da yabancı hissetme, yaşamın anlamını yitirmesi, her şeyin boş ve anlamsız gelmesi vb....
Bir de nurtopu gibi her çeşidi bulunan " Depresyon"umuz var ki artık kucağımıza ağır gelmeye başadı.
Tekrar toplumsal güvensizlik duygusuna geri dönecek olursak sosyologlar devam eder ve kendine güvenini yitirmiş bireylerin hızla arttığı toplumlarda artık "kahraman olmak " değil "mağdur" olmak daha önemlidir. Ki sakin bu durumun merhameti falan tetiklediğini düşünmeyiniz zira toplum kendisini , kazananların değil, kaybedenlerin karşısında daha rahat hissediyormuş! Bilmem anlatabiliyor muyum?
Toplumsal kuramları anlatmaya ne gücüm ne de yerim yeter biliyorum. Lütfen bu söyleşide söylemek istediklerime destek olması açısından kullandığım özet bile diyemeyeceğim cümleler olarak okuyunuz bu bilgileri. Hem biz yüzümüzü batıya dönmeyince aydınlanamayacağımıza inandırılmadık mı? Batının yaptıklarına ve göz yumduklarına kendi aynası yeter zannımca!
Güvensizliğin kaynağı, kendimizi güvenilmeyecek insanlar olarak görmemizdir derler ya hani şimdi birbirine güvenmeyen devletleri, toplumları ve insanları düşünün lütfen. Siyasi ya da sosyal hatta ekolojik belirsizlikler, tedirginlikler ve varlığımızı tehdit edişleri....
Dünyanın bir tarafı ekonomik krizlerle boğuşurken her ne hikmetse geri kalanı kan revan içinde siyasi istikrarsızlıklarla, rejim çatışmalarıyla falan uğraşıyor...
Filistinlilerin topraklarından sürüldüğü,bir ömür mülteci kamplarında yaşamaya terkedilmesi yetmezmiş gibi yıllardır geri kalanlarıda periyodik olarak öldürülüyor.
Fransızların vaktiyle Osmanlı'nın toprakları için kullandığı "Ortadoğu" olarak tabir edilen kocaman bir bölge yangın yeri ...
Kara kıta ise hala ve hep karalar bağlamaya devam ediyor/ Risk kavramının kavramsızlaştığı topraklar... Zira yaşamaya mecali olmayanın taşıdığı tek risk nerdeyse yaşamanın , hayatta kalmanın bizzat kendisi gibi sanki!
Ramazandayız! Ve müslümanlar her gece bombalanıyor... Önüme sosyal medyada sıcağı sıcağına katliam haberleri düşüyor... İnsan, kahrediyor; yaşadığına, yaşayacağına ...
Cana kast edenler/ katledenler kahrolsun demekten başka ne gelir elden...
Bazı şeyleri anlamaya çalışmak iyi değildir biliyorum. Ama zulüm yapanları, zalimlerin taraftarlarını ve hatta zalim devletlerin çatısı altında "güvenli hayatlarını" yaşamayı sürdüren insanları düşündüm... İnsan dediğimiz aynı malzemeden yapılma bir canlı nihayetinde. Irktan ırka, toplumdan topluma görünümü ve sosyal yapısı değişse de insan işte!
Zulüm sanki kendiliğinden zuhur etmiş gibi neredeyse doğal karşılanıyor!
Bu doğal karşılamayı yüreğim ve aklım doğal karşılamıyor...
Demem o ki; kendime , bırakın bir toplumu bir insanın dahi nasıl bu hale geldiğini anlatmaya ihtiyacım var!
Depresyon ilaçlarının leblebi gibi satıldığı müslüman bir toplumuz...
Her yeni gün hayatımızı , sağlığımızı tehdit eden yeni bir şey öğreniyoruz !
Sağlıklı kalmazsak öleceğiz ( sanki sağlıklı yaşasak ölmeyecekmişiz gibi bir algı var ya! Onu ne yapmalı bilemedim)
Televizyonda çıkan ilahiyatçı hocaları dinlemeyi ibadet sayar olduk, bırakın o ilahiyatçıların reyting belasına sergiledikleri performansı !
(Ki doğrusu ille de mahalle bakkalı olan imamların zamanında büyümekliğimden şerbetliyim galiba...)
Sadece kendini düşünen "bireyler" olmamız için elden ne geliyorsa yapıldığının farkında mıyız?
Birbirimize güvensizliğin, çoğunluğu müslüman olan bir toplumda bu kadar yaygınlaşması?
Sanki "Nebe suresi" hiç inmemiş gibi geleceği kurcalayıp duruyor , evrenin şifrelerinin peşi sıra sürükleniyoruz...
Farkında mıyız? Bizden yeni bir "biz" yaratıyorlar ...
Bazen bir manaya bir anlamı giydiriyor muyum yoksa bindiriyor muyum ben de bilemiyorum.
Nasıl desem ; Modern insan , kendisiyle bir tür gayri şahsi bir ilişki içinde sanki
Kişiliği riske atmak , işte ben buna derim ...
LAL:
Biribirimizi üzmelere doymamaklığımız nedendir bilemiyorum!
Dünyaya gelmekliğimizle incindik de kopmadık ...
Ve sonra insan ellerinde devam etti bu sürgün ...
Tüm varlığını bir başkasının yokluğuna bağlamış insanlar var!
Bazen insanın halini beyana bile takati kalmıyor...
Ama birden bir şey gelir sizi bulur ... İnsanı toparlar... O bir şey, herkes için farklıdır! Bezen bir kelebek mesela ... Beklenmedik bir zamanda olmadık bir mekenda karşınıza çıkıverir ...
İnsanı, bir iyiliğin, lütfun olduğuna ,olacağına sizi yeniden inandırıverir...
İnsan eğilince kalbindekiler dökülüverseydi ne iyi olurdu... Ama olmuyor işte ,nefes vermek gibi dağılmıyor havaya... Yüreğin yükünü hafifletmeli bazen...Yazmak biraz böyle benim için...
İnsanlara... kırıldıkça kırmayıp, şairin diliyle " Gözyaşlarını /Düzyazıya sakla /Kalbim..."* diyorum ...