Nimet ER
  • 27/08/2016 Son günceleme: 27/08/2016 18:42
  • 7.443

"Aldanmak için inanmak gerekiyor...

İnanmak için sevmek ...

Varsın sevdiğimiz yerden incelsin hayat..."

Diyebilmişim en son.

Keşke kaldığı yerden başlayabilse insan.

Lakin olmaz ki; sen dursan zaman durmaz! 

Öyledir ya, bu devinim insan ömründen geriye kalanlarla birlikte yâd edilir.

Çok şükür en azından başladığı yerde kalmıyor insan ...

"Her türlü yazma işinin başı ve sonu çevremdeki Dünya'nın yeniden yaratılmasıdır" demişti Goethe.

Sözlerinin devamında, bu yeniden yaratma işlemini tüm olan biteni kendi tarzında yeniden yoğurup ortaya koyan "iç dünyam" sayesinde diyerek açıklıyordu.

Hoş bizim şartlarımızda yaşasaydı böyle der miydi bilemiyorum tabii.

Öyle bir zaman, öyle bir mekan, öyle bir usûl, dil ve iletişim içindeyiz ki...

Apaçık olan, bizzat deneyimlediğimiz her şeyin yeniden yoğrulup, biçimlendirilip Önümüze koyulduğu bir "dış dünyamız" var.

İçimiz dışımızla kavgalı, dışımız içimizle... Gözlerimizi gördüklerimize inandırma güçlüğü çekiyoruz desek yalan olmaz hani.

O nedenle bugünlerde (belki benim için daima

Yazmak , gönlüme batan dikeni çıkarmak gibi biraz.

Neyse...

15 Temmuz ... 

"O gece" diye başlamak isterdim mesela. 

Tarihe, kendi Halkını katledenin önüne yine kendi halkının kalkan olduğu on beş Temmuz kalkışması diye geçen geceye...

"15 Temmuz" bir miadın miladı artık. Özlenen, beklenen ve inanılan...

 

"Cuntacı darbe girişimi" demek ne kadar doğru bilmiyorum. "FETÖ'cü darbe girişimi" desen de eksik. O kendine inanan insanları kullandı onu da başkaları. (Allah'ın adını kullanarak kendini büyüten bir hırsın sonu zelil olmaktı...)

Zira  ordunun içindeki ipleri şerli bir silsilenin elinde olan askerlerden daha çok sivil ve daha çok kökleri dışarıda olan darbeci var. "Üst akıl" deniyor ve kol geziyorlar. Ülkemize açık niyetlerini ilk defa bu olayda gördük ama bizdeki hayranları hala ağızları açık seyrediyor ya neyse ...

15 Temmuz'da çok şey oldu. Planlanılan darbe hariç! Hamdolsun .

O gece, olayların başladığını ilk TV'den önce mahalleden arkadaşların malum sohbet guruplarında konuşmalarından öğrendim. Eş  dost zaten dışarıda birkaç telefon görüşmesi ve geçmeyen dakikalar.

Feracemi merdivenlerde başörtümü sokakta giydim sanırım gecenin bir yarısı Başkomutandan gelen çağrı ile dışarı fırlarken.

O gece bu çağrıya uymuş, sokağa fırlamış ve can vermiş şehitlere haksızlık etmeden nasıl yazılır bu bilemiyorum...

Sokaktaydık ve görünmez bir el rota çiziyordu.

Çaresizce ağladım, bağırdım, öfkelendim hem de deli gibi öfkelendim. Üzerimize ateş açıldığında kalabalıkta beni görüp tanıyan birinin ismimle bağırıp kolumdan çekiştirmesi olmasa kaçamadım bile...

Evde uykunun kollarında bıraktığım candan öte canları dahi düşünmediğimi düşünemeden çıkmıştım sokağa...

Tüm bunları sadece şunu yazabilmek için anlatıyorum; Çok şey hissettik o gece ... Sadece "korku" hariç!

Ani olan küçücük sesten dahi korkan biri olarak söylüyorum bunu. Hiç korkmadık, hiç kimse korkmadı.

Evet, o gece çok şey oldu ama korkulan olmadı... Hamdolsun!

Ertesi gün konuştuğum herkes aynı şeyi söyledi.

"O gece her şey vardı sadece korku yoktu"

Allah kalplerimizden korkuyu çekip almıştı, başka türlü açıklanamazdı bu...

Şimdi sokağa "Şunlar, bunlar çıkmıştı" deniliyor ya hani, o gece sokağa bu millet döküldü ve görünmeyen bir kudret kalplerindeki korkuya el koymuştu o kadar! 

Bunu yaşayanlara, tüm bu yaşanılanları malum Batıya falan tasdikletemedikleri için "yaşadığınız bir heyecan ve tiyatro" filan diyenler oldu, oluyor. 

Olan oldu bir kere... Nasıl bir geceydi Allah biliyor kimseler bilmese de olur. 

Şu ayrışma, kutuplaşma söylemlerine hep karşı çıktım ya hani, artık kabul ediyorum.

O geceden sonra bu millet gerçekten ikiye ayrıldı.

Bir, şahadete erenler! Rahmet olsun kıymetli ömürlerini taçlandırdılar...

İki, şahitlik edenler! Ki onlar yaşamak sürgününü bu kıymetli ölümlere gıpta ederek geçirecek lakin sonraki nesillere aktarma vazifesini kuşanarak...

Kendini bu milletten saymayanlara gönül yormayın derim, onları sözcülüğünü yaptıkları unsurlara bırakalım. Revadır!

İnsan, aynı dönemde, aynı yerde, aynı koşullar altında, aynı şeyleri yaşasa dahi bir başkasıyla aynı şeyleri görmüyor, duymuyor ya da aynı hissetmiyor.

Dışı içini, içi dışını yazıyor insanın.

Herkes basireti kadarını görüyor... Ve yazının başına dönersek eğer; inandığı kadar inciniyor...

Ve insan, insana her elim olayda acıyla, kanatarak yeniden ve yine öğretiyor; 

Kuyuya kardeşleri tarafından atılmayan bir güzel yok bu dünyada...

"Bazıları neden yazar? Yazmadan duracak kadar güçlü bir kişiliğe sahip olmadığımdan" demiş Stanislaw Jerzy  Lec. 

Hem de aforizmanın kralını yazmış yolu İsrail'den geçmiş biri olarak.  

Aforizmalarla pek işim olmasa da yazarla yazmak konusunda aynı yerdeyim. Gücüm yok ama kelimelerim var kanayıp duran. 

Rabbim iyiliği kuşananları yalnız bırakmıyor.

Sadece inananların galip geleceği bir cenkteyiz.

Bir şey çok istediğimizde değil çok inandığımızda olur deniyor ya hani,

Bu vatanı sevenler, bütünlüğüne de en çok inananlar şüphesiz! Şahidiz...

Gidecek başka yeri olmayanların kaldığı bir yerden öte... Bilakis kaldığı için buraları yurt edinenler yaşıyor bu topraklarda...

Onca tuzak ve kurgulanmış kötülüğe rağmen,

Mütecelli olanda hayır vardır.

O halde Bismillah! 

Değil mi ki; 

Allah, yeniden başlayanların yardımcısıdır...

LÂL:

Gözünde büyütme gönlünde büyüt! O vakit düşmüyor; ne gözden, ne gönülden...

Yazarın Yazıları