Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 17/08/2012 00:11
  • 12.114

Bayramlar güzeldir... Hele ritüelleri çerçevesinde hak edenlere ve yapanlara daha bir güzeldir. Ramazan Bayramı; tutulmuşluğun bir ikramıdır. Dizginlediğimiz nefislerin bayramı... Ve apaçık bir neşedir, birliktir, beraberliktir.

 
Bayramı ‘tatil’ addedenlere itiraz eden gericilerdenim. Her bulduğu fırsatta ‘bir yerlere kaçalım’ sloganıyla yola düşünleri hep hüzünlü bir ilgiyle izlemişimdir. Yaşadığı yeri gerçekten yaşayamayanların gittikleri yerde yaşadıkları ne ola! merak ettim hep.
 
Gezmek, görmek, öğrenmek, tanımak ve şahit olmak çok önemli zaten. Benim hani milletin‘tatil’ dediği zaman diliminde yaptığım da bu. Ve fakat, bu kentte yaşayıp bir kere bile İstanbul Boğazı’nı görmeyen, eşsiz korularına yakın yaşayıp oralarda gezinmeyen, yada bu güzelim şehrin bağrındaki pek çok güzelliğe bir kere bile ‘dokunmayan’ oralarla temas etmeyen birinin, bilmem neredeki güzelliklere olan ilgisi ne kadar samimi, düşünelim.
Mesela lüks otellerin bayramlarda size huzur diye vaat ettiği şey, huzur mudur gerçekten. Bir şehirden başka bir şehre gidiyorsunuz, konforlu bir odaya yerleşiyorsunuz. Sınırları belli bir yerde, başka insanların sizin için dizayn ettikleri programlarla eğleniyorsunuz.
Ve mideye değil göze hitap eden, ne olduğu belirsiz envai çeşit yemeğin sergilendiği açık büfe. Çok çeşit adı altında müsrifliğin kimliğini bulduğu, sürekli yeme telaşı.
 
Hasılı oda, restorant, havuz - veya plaj arasında geçen kısa, ama sevdiklerinizden bayramda ayrı kalacak kadar uzun zaman diliminin sonucunda geri dönüş.
Dinlenmiş - bence iflahı kesilmiş- hiç tanımadığınız insanlarla paylaş(ama)dığınız bayram mutluluklarınızı da valizinize ‘huzurla’ doldurup parasını ödemişliğin inanılmaz hafifliğini yaşıyorsunuz.
Eyvallah! Her türlü tatil anlayışına saygımız sonsuz. Belki de kendi anlayamayışımın altını çizdim o kadar.                                                     
Benim derdim bayramı tatilleştirmekle. Oysa ki bayram, bir kaçış değil toparlanıştır.
Hangi açık büfe; bayram namazından gelen eşinizle, çocuğunuzla, kardeşinizle, babanızla oturacağınız sofranın öncesinde evi saran o anne böreğinin kokusunu yaşatabilir ki?
Hangi gidilen yer - dondurulmuş kareler - ait olunmuşluğun verdiği hazzı yaşatabilir?
Hangi sevilen dost, değerli insan; evi ‘yuva’ yapan o sıcaklığı hissettirebilir?
Hangi konfor; sevdiğiniz veya kızdığınız şeylerin tümünü bilip sizi sakınır, size yaşatır?
Hangi ihtişam; çocukluğunuza -hayatınıza- sirayet edip size dokunabilir.
Ve hangi teknik iletişim yolu; hayatınızın tüm yaşanmışlıklarına şahit olmuş değerli insanların sizi gördüğünde yüzlerinde beliren sevinci, kalplerde yaşanan sıcaklığı size iletebilir...
 
Süslü ve kalıp mesajlarla insanların gönlünü aldığını, onları mutlu ettiğini sananlara bir sözüm yok zaten. Sevgi, birlik ve beraberlik laflarını ağızlarından düşürmeyenlerin peşindeyim. Sıla-i rahim yapmadan nasıl birlik olunur?
 
Eğer ‘değerleriniz’ yaşıyorsa, değer verin onlara. Öpülesi eller hayatta ve hala dokunabileceğiniz mesafede iseler, öpün, koklayın, kucaklayın. Bir bayram sofrasının sıcaklığını, samimiyetini yaşatamadığınız çocuklara, hangi kaliteli eğitimi verirseniz verin hep yavan kalacaklarını bilin.
                                                                         
Çocukluğunuzda yaptığınız yaramazlıklarda soluk soluğa kovalanırken, arkasına saklandığınız adamın önüne ailenizle dikilmektir bayram!
 
Unutulduğunu sananlara, canlı kanlı bir vefadır bayram!
 
Kendine geç kalan hayatlara tanınan süredir bayram!
 
Elinizden kayıp gidenlere, bir bakış, gülüş ve belki tatlı bir vedadır bayram!
 
Kimseleri kıskandırıp imrendiremeyeceğiniz, ama kimselerin değer biçemeyeceği anılar biriktirmektir bayram!
                                                    
Ramazan, bayramı bayram bilenlere, bayram edenlere mübarek olsun...
   
                                                    
 
Lal:
 
            Sevdiğimiz zaman içimize sığabilseydik keşke! Ve kendi sevgimize çarpıp düşmeden yaşayabilseydik... Tüm yanılmalarımızı sevebilseydik... Gitmek ayrılık ve adı hasret olsaydı... Ay gelsin diye güneş gider ya hani, keşke diyorum tüm gelmeler gitmelere bağlı olmasaydı bu kadar... Hesaplar değil de gönüller baskın olsaydı... Yürek, kaidesiz bir hürriyete salına salına yürüyebilseydi... Bir ‘feda’ya hayat demek bu kadar kolay olmasaydı... Ve bu kadar sert çarpmasaydı keşke yüzümüze tüm vazgeçişlerin tokadı...
 
Şairin dediği gibi “...Sevgim acıyor, kimi sevsem, kim beni sevse...”
Yazarın Yazıları