Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 27/11/2013 23:11
  • 11.802

İnsanı büyüten çocukluğudur diyorum ya hani, sanırım büyütemediğimiz yanlarımız da çocukluğumuz gibi sanki.

Ufaklığımızda ağabeyimin canı acısa hem kendi etrafında hem de benim etrafında dönerek yaygarayı kopardığını anımsıyorum mesela. Hala öyle; ne vakit acısa canı annemin rüyasına girer de yine haberdar eder kendinden iki gözüm. 

Hani canı acıdığında susar nefesi kesilir de konuşamaz ya insan, ta ki duyduğu acının şiddeti dinip teskin oluncaya kadar kasılır kalır. Nedense hep öyle oldu bende. Bazen uzun bazen kısa ama ille de iki büklüm beklerim geçmesini sızının. Kimseler fark etmez; elim mi kesildi, dünyam mı yıkıldı...

Hasılı dardaydım. Eh, başından beri burada yazmaya bir "halleşme" dediğime göre biraz duanıza talip halimi beyanım biraz da eksik yazılarımın mazereti olsun isterim bu yazı izninizle.


Hep söylüyorum. Bir çınar, bir salkım söğüt ve bir ölünün büyüttüğüyüm ben. Bir de neredeyse beraber büyüyemediğim, şartlar gereği görünen o ki; beraber yaşlanamadığım "gözüm" var tabii.

Biliyorsunuz, çınarım yani annanem ( Allah ona rahmet etsin) yakın zamanda hakka yürüdü. 
O benim bu dünyaya açıklayamadığım yanlarımın telafisi gibiydi. Suyun parayla satılmasına hep şaşırmış, hiç aklı almamış tanıdığım ilk ve tek insandı mesela. Yaşadıkları yaşayamadıklarından, bıraktıkları götürdüklerinden fazla bir ulu çınar işte...


Annem... Salkım söğüdüm... Birine "sen iyi ol, sen iyi olduğunda ben iyi olacağım" demek istediniz mi hiç? İşte benim için "O" iyi olması dilenen oldu hep. 

İlk ne zaman salkım söğüt demiştim hatırlamıyorum ona, sanırım çökmüş omuzlarıyla annemin ve salkım söğüdün aynı karede birleşiminin hafızama yer ettiği zamanlardı... Gariptir, uzak doğu kökenli bu ağaç nedense Bolu'da her okulun ve sağlık ocağının bahçesinde kamelya eşliğinde arzı endam eder. Yol kenarlarında salınır, derelere uzun saçlarını salar, göllere ayaklarını uzatır... 

Annemin altı yaşında geçirdiği bir kaza nedeniyle bir eli / kolu yok, aslında var ama işlevsiz, annem ona " ölü" adını takmıştır mesela. Şimdi, yani geçtiğimiz günlerde "her şeyim" dediği sağlam kolu da zarar gördü yine talihsiz, görünmez bir kaza sonucu. Yaşadıklarını anlayabilmek için tahayyül edin lütfen: 

Sağlak doğuyorsunuz. Altı yaşınızda upuzun tedaviler olsa da artık sağınızı kullanamadığınızı görüyorsunuz. Kısa sürede bir şekilde beyninize solunuzu kullanmayı öğretiyorsunuz ki bunun ne zor olduğunu kullanamadığınız tarafınızla yazı yazmaya çalışınca anlarsınız. Hem de ne öğretmek! Her şeyi ama her şeyi belki de iki eli olanlardan muntazam ve eksiksiz yapıyorsunuz hep. Sonra gençliğinizin baharında bir ölüyü bile işlerinize dahil edip sol ile yaşamayı öğrenmişken büyük bir trafik kazası... Tarifsiz acılar... İki senede yürümeyi yeniden öğrenmek...

Sonra hiç hesapta yokken sürpriz bir şekilde karşısına çıkan bir talip! Ozan, emniyet mensubu bir memur, deli bir kitap kurdu, iyi bir hatip... Hayatta da ayakta da duramamış bir güzel insan... (Allah gani gani rahmet etsin, bizi yokluğuyla büyüten bir iyilik ) sanırım O, annemin bile kendinde göremediği şeyleri görmüştü annemde zira şiirlerinden, mektuplarından anladığım o.


Salkım söğüt... Tüm yoksunluklarıyla O, birkaç kere değil birçok kere dağılan hayatını toplamayı başarmış bir müstesna kadın. Bir lütuf. 
Eksiğe bakmayıp, olanla yapabileceği her işi yapmış, rızık neredeyse onu çalışarak kazanmış, kimsesizliğe Allahtan gayrı kimse istememiş bir dağ... 
Bitmek tükenmek bilmeyen bir sabır.
Çoğaldıkça çoğalan bir şükür. 
Hep eksik ama çok fazla kişiye fazlasıyla yeten... 
Dinmeyen sızı...
Kaybettikleri kazandıklarından fazla, gideni kalanından çok bir kadın...
Hayatın bir feda da olabileceğini öğrendiğim, hiç gitmemekliğim...

Benim solaklığımdan bile kendini suçlayacak kadar yerlere eğilmiş bir salkım söğüt işte! Şükür, çok geç olmadan izah etti bir doktor da kurtuldum; bir solak olarak, sağ tahakkümünden ki asıl onun yaşadığı sevinci hiç unutamam. Gerçi sağımı kullanmayı da öğrendim bu sebeple; hayatın cilveleri bitmiyor belli ki.


Önce alçı, sonra ameliyat falan yine çok yıprandı, yine çok yandı ve belki ilk defa bu kadar "aciz" gördüm onu. Yangınım oldu... Kadim aile geleneği; bu şerrin de bir hayrını bulacaktık ille de. Söğüt, o hayrı bulamayacak kadar yıkıktı. Yeterince kolay değildi zaten, şimdi daha da zordu...

Çıkmazlarımda çıkışım olan şimdi hal diliyle elimde bir " suya" dönüşmüştü sanki. Ve yine kendiliğinden bir güzelliğe dönüşmesi uzun sürmedi bu acının çok şükür. 


Hep muktedir bir kadın ellerimdeydi. Asırlık alışkanlığı sabununa vefasızlık sayıp tevessül etmediği şampuanı kullandırdım mesela. Sevdi. Sonra kimselere el değdirmediği saçlarını taradım defaatle; sevindi. Ancak ikna edip taktırabildiğim ipek eşarpları gönlümce takıp takıştırdım. Ömrünce süsten kaçmış biri için zordu. Birlikte tv izliyoruz ki bu neredeyse birlikte yapmadığımız bir şeydir. Hoş doktor ve herbalist dinlemekten bir ara beynim sulandı ama olsun. Ne yapacağımı bilemediğim bilgiler hep bir işe yaramıştır.

Hepsinde de çok çaresizdi ama bizim birlikte baş edebilmemizin çaresi olduğunu anladı galiba da ses etmedi canözüm...
... 

Çok şükür iyileşiyor yavaş yavaş, bir haftadır kendi yemeğini yiyebiliyor ki kaşık tutabildiğine bu kadar sevineceğini düşünmezdim. Onun tedirginliği hali beyanımın sebebi aslında. Lütfen duanıza benim salkım söğüdümü de katın ne olur... Ona kalan tek eli yine eskisi gibi taşıyabilsin diye yükünü.
....
Geçenlerde hastane dönüşü bizim börekçide kahvaltı edip sohbet ediyorduk. 
Birdenbire "bu deveyi gütmeye çalışırsan üstesinden gelemezsin" deyiverdi.
Derin bir nefes alıp ekledi " her şey boşmuş..." 
Bu lafa ne kadar takık olduğumu bilmiyor muydu? Hem babam gibi, tuhaf tuhaf konuşan hep ben değil miydim? 
Niye demişti ki bu lafları? Herkesler desindi ama benim salkım söğüdüm demesindi... Her şey boş olmasındı. Ayağımın altından zemin çekilirdi de takatim düşüverirdi şimdi...

Çınar ve salkım söğüt... Onlar yaraları örtmeyi öğrenmiş, bana ise yaralara değmeyi öğretmişlerdi... 
Ve bir üçüncü yolun hep olduğunu... Ama iki gözden birinin hep daha fazla ağladığını öğrenmek bugünlere kısmetmiş...


Demem o ki; içimize attıklarımızı içimizden atamıyoruz bir türlü... Bu nedenle yazmayı istedim...

Evet, Kimse kendine değil Allah'a emanet, öyle iman ettik !
Ama emanet de "dua"ya tabidir...

LAL: 
Gördükleri yetmiş de daha bir şey görmemek için gözlerini sımsıkı kapatmış gibi :

"İnşallah daha bir şey göstermeden rabbim emanetimizi alır gızıııımm..." Dedi "Ömür dediğin "programında bir çınar... Hemen bir türkü yetişti imdada fonda... Bir dış ses olarak içimden"ölüme sığınıyoruz son çare, ah ne çare! "Deyiverdim kendini bilmez... İşini en iyi yapanlar bu dünyada türküler galiba!

Yazarın Yazıları