Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 06/06/2013 00:11
  • 12.760

Bir soru:

Sizce, şeytanın  en büyük hilesi  nedir?
Lütfen biraz düşününüz en azından bu yazı boyunca. 
 
Biliyor musunuz ağlarken ve gülerken yüzümüzde beliren çizgiler ve hareketler aynıymış. Daha ilginci: gülme son sınırına vardığında " gözyaşlarıyla" karışır.
 
İnsandaki her şey hayatı yansıtır gibi bir inanışım var benim. Mesela, şu gülmekle ağlamak arasındaki titiz detay, boşuna mı yaratılmıştır?
 
Hayır. Arka arkaya korkular ve ümitler yaşayıp dururken geldiğimiz şu puslu ve nemli günlerde bunu görebiliyorum.
 
İnsan olan,  hadi annemin deyimiyle söyleyeyim  "insan kemiği olan" hiç bir canlının kayıtsız kal(a)mayacağı, en azından tepkisini hayırdan yana kullanması gereken şu günlerde 
Yaşanılanlara gülüyor mu, ağlıyor mu çözemediğim" insanlar"  Allah biliyor ya aleni gülen insanlardan fena ürkütüyor beni.  Ve bu doğal belirsizlik birilerinin kötülüğünün üfürükçüsü yapıyor kişiyi.
 
Bu arada hemen söyleyeyim. Refleks, belli bir uyarana karşı; öğrenilmemiş, bireyin genetik olarak getirdiği; duruma uyum sağlamak üzere gerçekleştirilen davranışlardır. Fakat tepki ve eylem bina edilir.
 
Bazen sergilenen tutum ve davranışlarda bunlar karıştırılır. Eh amiyane tabirle  söyleyivereyim "at izinin it izine karıştığı" durum meydan bulur. Bilmem anlatabiliyor muyum?
 
Gezi parkı meselesi; aklı, mantığı, bilgiyi ve tecrübeyi dahi vicdanı hasletleri aksesuar olarak taşıyanlarla onları kullananları şeksiz gümansız ayrıştırdı. Bu büyük ve onmaz gerçek apaçık karşımızda arzı endam ediyor.
 
Söyleyecek söz var mı, söylenmiş bu kadar sözden sonra  bu sisli havada... Ya da söylenecek hangi  söz sadra şifa... 
 
İyi yönetilemeyen bir süreç, bu toplumun gediklerine "iyi yönetilebilecek"  tohumlar bıraktı.
Ve çok açık diyebilirim ki; artık toplum  mühendisleriyle değil, yürek mühendisleriyle karşı karşıyayız.
 
İmal edilmiş bir kötülük gözlerimizin önünde vuku bulurken ne olur biliniz; toplum psikolojisi ince detaylar üzerine inşa edilir.  Ve birey, bilinç eritilir. 
 
 
İnsan olan yerde beşeriyetinin mahsulü hatalar ve yanlışlar da olur haliyle. Tüm mesele yanlıştan dönmekte ve düzeltmekte.  
Üstünde yaşadığımız topraklar nice siyasi yanlışlar gördü. Ama  her yanlışın masumiyeti var mıydı? Biraz düşünmek gerekir. 
 
Öncesinde de olmuştu nicesi,  ama hani bu memleketin ilk kuruluş aşamasında yapılan bir yanlışı ve telafisini hatırlatayım isterim. 
 
Bizim tarihimize "şehid-i milli" olarak geçen bir  insanımız var: Boğazlayan eski kaymakamı Kemal Bey.
1. Dünya savaşı sonrası Mondros müterekesi günlerinde itilaf devletlerinin baskıları sunucu (olduğu söylenir) Kemal Bey tehcir sırasında Ermeni ahalinin ölümünden sorumlu tutularak yargılanır. Kurulan Âliye Divan-ı Harb-i Örfi'de, "kış gününde vatandaşları can ve mal kaybına uğrattığı, ayaklarına süngüler bağlayarak ölüme terk ettiği" iddialarıyla suçlanır. O ise, "Ben aldığım emri yerine getirdim. Sürgün edilenlere insanî şekilde davrandım. Süngü bağlamadım. Vicdan azabı duymuyorum. Kimsenin ölümü için emir vermedim." diyerek suçlamalara karşı çıkmıştır ama idamına hem de fetva Yoluyla karar verilmiş ve Beyazıt Meydanı'nda gerçekleştirilmiştir.  (10 Nisan 1919) 
 
Emrinde olduğu hükümet İttihat ve Terakki Fırkasıydı. Sonrasında TBMM 1922'de Boğazlayan eski kaymakamı Kemal Bey'in eşi ve çocuklarına vatana hizmet tertibinden  yeter miktar maaş bağlanmış ve mülk takdim etmiştir.
 
Bunu niye mi hatırlattım? Şunun için: 
Hafızanızı biraz kurcalayın.   Menderes'i ve arkadaşlarını, sonrasında devam eden ihtilalleri meydana getirilen karışıklıkları ve idam edilen sağlı sollu canları akabinde dilenen özürleri  ve yaratılan kahramanları. En azından şahit olmuş  birileri olarak  28 Şubat postmodern darbesini ve birkaç yıldır fasılalı halde devam eden günah çıkarma ayinlerini bir hatırlayın.
 
Her özür  dilendiğinde,  her yara iyileşir mi? Her türlü yanlış düzeltilebilir  mi? 
Ya da bizim hataları düzeltmek için uydurduğumuz formüller,  eski haline hani hiç kırılmamış haline getirebilir mi bir hayatı... 
Hadi eğriyi düzelttiniz diyelim, o eğri var  olduğu süre boyunca doğruların yok oluşunu ne yapacağız?
 
Demem  o ki; görünen, bilinen hadi diyelim faaş olmuş meseleleri  en görünür, en bilinir ve en kusursuz halde düzelttiniz. İyi de ya defterinizde yazılanları nasıl sileceksiniz? 
Tabii burası  bir hesap gününe inananları bağlıyor ama bir şey söyleyeyim mi? Benim inancıma göre; inanmayanları da bağlıyor be “efendiler.” Ondan müsterihim, ondan yaşayabildim bu vakte kadar...
 
Ağaçlarla ünsiyetimi ve şedid biçimde gösterdiğim  AVM düşmanlığımı çevremde  herkes bilir. Bırakınız ağaçların kesilmesini içime sindirmeyi,  belediyenin budamak diye  neredeyse sıfır numara tıraşlanmış oğlan çocuğuna benzettiği, kolu kanadı kalmamış bir caminin yareni, benim tebessümüm bir ağacın peşine düşmüşlüğüm var. Hoş yapamadım bir şey, açıklama dinlemekten başka ama sürekli gidiyorum nasırlı yaralarından fışkıran -dal bile diyemeyeceğim- yapraklarını sevmeye...
 
Ağaçlar ve dahi nebatat insanlardan daha arı bir sadakat ve yaşam hevesi barındırırlar kütük bilinen bedenlerinde. Diyorum ki; ağaçlar, eğer bilseler arkalarına saklanılıp yapılıp edilenleri  derhal kıyamlarına kendileri son verirlerdi...
 
 
Yine uzattım ve dağıttım galiba ama kafası karışık biriyim ben çok şükür. Toparlanmış kafaların  nizami derli topluluğuna ilaç niyetine bir cümle zerk edilemediğini gördükçe hep şükrettim bu dağınıklığıma... Şükür kafam karışık ve dağınığım bu düzende!
 
Hayat geçtikten sonra yaşamayı öğrenmenin ne önemi var? Demek isterim. Yaşıyoruz işte, yaşarken öğrenelim diyorum sadece...
Aynı delikten sokulmaya ne gerek var? 
Ve "içimizdeki beyinsizler yüzünden" helak olmaya...
 
Evet, başta sorduğum soruyu düşündünüz mü? Ne cevaplar buldunuz, bilemiyorum. Bildiğim bulduğunuz cevaplar sizin en çok sınandıklarınız olduğu...
Ama şeytanın en büyük hilesi, kendini unutturmasıdır be erenler! Bir cümleye daha gerek var mıdır?
 
Lal:
 
Benim orantısız tıraşlanmış ıhlamur ağacım,
O insanı alıp götüren kokusunu salacak meyvesini verecek kadar toparlanamadı.
Ama şükür bizim oraların tabiriyle bir evlek yeri gölgelendirecek kadar yapraklandı.
Şükür bırakmadı, küsmedi…
 
Büyüklerim ıhlamur ağacını şifacı, meyvesini şifa bilir.
Şimdi vaktidir onların ve Beykoz en şanslı semtlerden bu anlamda.
Şifacılar Beykoz sokaklarında arz-ı endam ediyor farkında mısınız?
 
Klimalarını kapatıp camlarını açınız otomobillerinizin,
ya da en iyisi dolaşın, yürüyün aralarında. Oturun kolları altında.
 
Bir koku teskin edere mi insanı? Ediyor, hem de en yan etkisiz şekilde…
Deneyiniz, görünüz.    
Yazarın Yazıları