Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 07/03/2014 23:11
  • 13.207

Bir akademisyenden dinlemiştim: Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre (hayatın ironisi: tebessüm)

Bir akademisyenden dinlemiştim: 
Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre (hayatın ironisi: tebessüm) Amerikalıların "bir araştırmaya göre..." diye başlayan her türlü şeye inandıkları ortaya çıkmış.

İnsan bu gibi verilerle karşılaşınca kendi yaşadığı toplumun cevaplarını merak ediyor haliyle. Hoş, bilinen o ki; görsel medya hala çoğunluğun en çok ulaşabildiği ve iman ettiği alan şüphesiz. 

Buradan yola çıkarak birazda cahil cesaretiyle şunu söylemek isterim: İnsanın üretme yeteneği aynı zamanda insanın en büyük kısır döngüsü galiba. 

İnsanın, kendi ürettiği biricik eserin bir anlamda giderek "esiri" olmasını başka türlü açıklayamıyorum çünkü. 

Görüntünün de dâhil olması nedeniyle televizyonu örnekleyecek olursak, bu çok izlenen eserin esirlerinin yani müşterilerinin birkaç şeyi aklında tutmasında yarar var. 


Bir ürünü pazarlamak mümkün olduğunca en geniş kitleye ulaşmasını hedeflemektir. E günümüzdeki ürün çeşitliliğini düşünürsek her saniye hayalimizi zorlayan pazarlama tekniklerine ve yollarına maruz kaldığımız bir gerçek.

Mesela popüler kültür, bir toplumda yaşayan insanların yapıp ettikleri anlamında, yani "halkın kültürü" anlamında kullanılsa da bilmeliyiz ki aslında işlenmiş bir kültürün bize endüstriyel olarak sunulmasıdır.

Tabii sunulan popüler kültür ürünlerinin beğenisi de bireylere bırakılamayacak derecede önemlidir ve mutlaka yönlendirilmesi gerekir!
İnsan bildik olana sığındığından, sürekli bildik olanın bizlere tekrar edilmesi bunun en güzel yoludur.

Örneğin, popüler müzikte belirli seslerin belirli aralıklarla tekrarlanması müziği basitleştirir ve kolay kavranılıp ezberlenir kılar. Ve fakat müziğin standartlaşması bu durumun en önemli tezahürüdür. 

Bu standartlaşmayı siz popüler müzikten alın televizyon programları, yarışmalar, diziler ya da sinemaya kadar götürerek tahayyül edin lütfen.


Tam da burada bir ürünün en geniş kitleye ulaşma hedefini hatırlayıp kendimize şunu soralım: 
"En geniş kitleye mümkün olan en çok süreyle nasıl ulaşılır?" 

Takdir edersiniz ki bu sorunun muhatapları konuyu farklı boyutlarıyla açıklayabilecek uzmanlarıdır esasında. Ama benim amacım, gelmek istediğim yere bu soruyla zihnimizi toparlayarak varmak, cevaptan daha ziyade.

İnsanların gerçeklik algısını yönlendirmedeki en önemli etken " kurgu" dur.

Haber, dizi, sinema hatta reklamlarda kullanılan " kurgu", onu izleyenlerin deneyimledikleri yaşam bilgisinin önüne geçer ve gerçeklik algısını yönlendirir, dizayn eder. Yani yeniden inşa edilmiş doğrularımız olur diyebiliriz rahatlıkla.

İşte bu noktada, Jean Baudrillard ve " Hipergerçeklik" kavramını hatırlayalım derim. 

Hiper gerçeklik kavramı bize kısaca, bir gerçeklik, gerçekten daha gerçek olarak algılanabilir der.

Demem o ki; izleyici olarak bizler bir haber ya da dizide kurgulanan herhangi bir duyguyu veya bilgiyi gerçekten daha gerçekmiş gibi algılıyor ve iman ediyoruz.
Mesela bir kaza veya hastalanmış bir kişinin haberi , uygun görüntü, müzik ve seslendirme ile tekrar tekrar verilerek çok fazla acı, korku ya da şefkat vs. duymamızı sağlar. Artık haber, haber değeri taşımaktan daha fazlası "tepki" verdiğimiz bir gerçekliktir.


Biliyoruz ki irade kullanıldıkça güçlenir, kullanılmadıkça zayıflar. Ve maalesef bizler irademizi çok uzun zamandır başkalarının eline vermiştik galiba. 
Bu iradeyi kendimizin kullanmamasından daha tehlikeli bir durumdu ve oldu. 
İnsanın kendi davranışı üzerindeki kontrolü kaybetmesinden daha vahim ne olabilir? Bilinçli ya da bilinçsiz...

İçinde kendimizi kaybettiğimiz gündeme bir başka açıdan bakalım istedim.
Dileğim bu kargaşada kendimizi bulmamız ve inşa edilen tüm gerçekliklerin pazarında irademizi kullanıp yönlendirmelerin farkına varmayı başarmamız.
Alıcısı konumunda olduğumuz tüm "ürünlerin" zihnimizde bir kalite kontrolden geçirilmesini sağlamak... 

Hani çok kullanılan ve katlanılması çok güç olan bir gerçek olarak( çünkü insan aczi yetini en az kabul eden varlıktır) " algının yönetilmesi" durumu malumunuz. Ama algımızla oynayanların oyununu bozmak ancak bizim elimizde ve sanırım bu, bugünlerin imdat kolu! 

Gözlemlediğim, herkes kendi kitlesinin algısıyla uğraşıyor. Eh standart ürünlerin standart alıcısı oluyor haliyle ama tüm olumsuz ve acı yönleriyle birlikte bu bir bakıma iyi bir şey. Çünkü artık toptancı bir zihniyetin kimseye yutturulamadığı gerçeğini kendiliğinden doğuran bir olgu...


Seçim gündemi ve siyasiler ile ilgili notum:

"Saklayacak bir şeyim yok" deyip duranların, saklanacak bir yerlerinin de kalmadığı günlerdeyiz...( lütfen bu cümleyi her yönüyle okuyun)

Ve insanın hazır olmadığı bir bilgiye ulaştığında, zaten zor sağladığı dengesini yitirmesi de olağandır ki yaşadığımız garip hallerin hali de bunu gösteriyor.

Bir şeye topluca inanmak sizi topluca küfre götürüyor ise eğer inandığınızı Sorgulayabilmek için ipi gevşetmeniz gerekir...

Ve (Allan ona rahmet etsin rabbine kavuşalı bir sene oldu lütfen ruhuna bir Fatiha) benim türkü kadının bir öğüdünü sık sık anımsıyor ve tüm siyasilerin görebilecekleri bir yere asmayı diliyorum. Eh benimde pencerem burası olduğuna göre, gönlünü, kulağını bize açanlara annanemden gelsin: 

"Sen sen ol, kötünün iyisi olma! İyinin de kötüsü emi!" 

LAL:
Birkaç yara eksik ya da fazla başlıyoruz bazı işlere...
Birkaç yara daha fazla gidiyoruz en nihayet gölgesinde oyalandığımız şu yalandan...
Biz eksilirken, çoğalanların varlığımızda bulunuşu boşa değildir elbet! 
Yoksa niye sürekli yaradan " düşünenler için bir ibret vardır" desin? 

Allah kerimdi. 
Ve biz iyiydik hani?

Yazarın Yazıları