Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 04/02/2014 23:11
  • 11.466

Hiçbir konuda yeni bir şey söyleyemeyeceğimi biliyorum. Zahir yeni bir hayatın, hayatı yeniden icat etmek demek olmadığını bilmek yetiyor insanın haddini bilmesine. 

Dünyada yaşanılan kaosu, yapılan resmi kötülükleri eli belinde izleyen aydınlanma kalıntılarının refahı sadece kendileri için dilemiş olduklarını çok öncelerden öğrenmiştik evet ama tekrar tekrar tasdiklenince defaatle acıyor insanın insan kalan yanı...

İçinde yaşadığımız toplumun yaşamış olduklarına bakıp yaşıyor olduklarını sindirememek ve yaşayacaklarını sezip mücrim gibi titremek...

Kimseye bir zararı olmadan yaşadı denilmesine tav olmuş kimseye bir hayrımız olmadan yaşamayı yaşamdan saymayanlardan olmak...

Sözün bittiği yere mi geldik dedirten her ne varsa, sözden âlâ hallerimizle; biten her şeyin yerine yeni ve daha güzelinin başladığını bilmek... 

KabulAllah’ın bildiğine kulu da şahit tutmaya çalışıyoruz biliyorum lakin o şahitliğin bir ömrün galebe çalmasındaki düsturu olduğuna sığınmak...

Bazen kelimeler, olay yerine ilk yardım ekibinden önce ulaşan güvenlik kayışı gibidir ya hani,kazaya engel olamasak da emniyet kemeri takalım diyorum sadece. Ve madem olay vuku buldu elimizde kalanları koruyalım ki o güvenlik halkasını oluşturan bir cümle güzel insanın da varlıkları şükre sebeptir. 


Neredeyse davranışsal bir enkaz olarak yaşadığının farkında olmayan insanlarla kalp kalbesavaşıyoruz. Hiçbir galibi olamayacak nihayetsiz bir çaba bu! 

Kendimce kalabalığın bireysel davranışı nasıl etkilediğini araştıranların keşfettiği en önemli durumun duyguların bulaşıcı olduğu bilgisidir diye düşünmekteyim çünkü...

Ve inanın günümüzde yaşadığımız bu toplumsal hezeyanı öyle bilgi kirliliği, kiralık akıllılık vs. ile açıklayamayacağız eskisi gibi kolayca. Ne kendimize, ne geçmişe ne de geleceğe...

Duygular bulaşıcıdır ve beyin duygular olmadan karar veremeyeceğine göre, güzel bir sözü yeni işitiyormuş gibi, iyi ve güzel duygularımıza kulak versek...
Hayır, peşinde koşan, şerden sakınan; iyi ve güzel şeyler söyleyenlere yürek kabartsak
Hak'tan yana olanlara ilmel ve aynel yakın olsak mesela...

Umulur ki; duyguları bize bulaşır ve bizden de başkalarına 

Demem o ki; yüreğimizde neyi üretiyorsak onu bulaştırıyoruz etrafımıza! Şimdi, önce etrafımıza sonra kendimize bakmaya katlanacağız...

Katlanmak sözcüğünü bilerek kullandım. Zira içimizde büyüttüğümüz incinmeler, öfke ve hırs gözünü döndürdü bu dünyanın. Bu hastalıkta hepimizin payı var ise iyileşmesinde de payı olması elzem.


Ernest Gellner "Modern insan aynı zamanda modüler bir insan" der. 

Ve "kimlik" dediğimiz öznel ve toplumsal olgu insanlığımızın büyük bir parçası kuşkusuz.
Peki, toplumsal kimliğin biz neresindeyiz? Yani kimlik mi bize ait biz mi kimliğe aidiz diye sormak isterim. 


Ekseriyetle sosyologlar kimliği, bir aidiyet beyanı olarak tanımlıyor. 
Esasında kimlikler öteki ile ilişkiye bağlı olarak kuruluyor
Evet, son zamanların pompalanan ve pohpohlanan "ben"i zihnimizde usulca kenara çekilirse "bizüzerinde konuşmayı becerebiliriz diye düşünüyorum. 

Hâsılı, kim olarak hissettiğimizi belirleyen bizim içimiz değil, dışımızdakilerdir. Yani " bizin" ortaya çıkması ötekilerle karşılaşmaya başlamamızla oluşuyor diyebiliriz. 
Karşınızdakini tanımlarken kendinizi oturttuğunuz yer var ya, işte orası "sizin" taraf oluyor
Ve öyle algılanıyor. 

Birine öteki dediğinizde kendinize beriki dediğinizi bilmek veya hatırlamak belki düştüğümüz çaresizliklerde, umutsuzluklarda elimizden tutar diye yazdım tüm bunları.Anlamlandıramadığımız kızgınlıkların tek hedefi gibi görünse de aslında bulunduğumuz tarafa yönelen oklardan nasibimizi aldığımızı bilmek...
Ve ötekini tanımlarken yapacağımız hatanın da hatamız olacağını hissetmek gibiteferruatlardan bahsetmek...


Biliyorsunuz toleransın Türkçesi "hoşgörü" dür. 

" Hoşgörü"nün içinde barındırdığı ikili karşıtlığı bir görebilsek belki bu kavramı kullanırken kendimizi bile hoş göremeyebiliriz.

 
Hoşgörü, pek janjanlı ve sımsıcak dahası kadim bir söyleyişle dolaşıma sokulan birsözcük

Söylenişindeki ve yazılışındaki tüm hoşluğuna rağmen " hoşgörü" esasında karşımızdakini idare etmeyi tembihlemiyor mu?

Bu kavramı kullandığımızda bir "hoş gören" bir de "hoş görülen" olduğunun farkında mıyız?

Ve hoş görenin kime, nasıl, hangi hak ve yetki ile yargıda bulunup hoş göreceğini bir düşünelim. 

Hoşgörü, öyle bir çuval dolusu toplumsal reaksiyonu sırtlayacak kadar çapı olan bir kavram değil maalesef. Ha, dünyada yaşayan insan adedince tahammül çeşidini karşılaya bilir belki ama o bile sorunlu bir yükleme olur.

Hoşgörü sevginin dili falan değil! 

Dahası hoş göremediğiniz şeyi hor görmek de var işin sonunda...

Tüm değerlerimizin diliyle insan endüstrisine sunulan bu sözcüğe çok sıkı sarılmışlığımızı bir sorgulayabilirsek eğer sadeliğin kıymetinden bir şey kaybettirmediği başka bir kavramı hatırlarız belki!

İnsanları hoş görmeye ayırdığımız vakti onları "tanımaya" ayırsak diyorum. 
Tanımak: kabul etmek değil... Hor veya hoş görmek değil.
Sadece yakından nazar etmek... Çünkü insan tanıdıkça görür...
Ve kendimize rağmen, gördüğümüz vücut bulur dünyamızda bir şekilde 
Birinin davranışlarını anlamak onunla aynı fikirde olmakla aynı şey değildir ki

Tanımak, bazen acı da olsa hakikate yakınlaştırır ve yönünü rüzgâra göre değil de hakikate göre ayarlayanlar kaybolmazlar biiznillah!

Bu zamanların az ve kıymetli insanlarında bulunan sihirli sözcüğü "basiret" 
Davranışsal enkazımızı kaldıracak bir güç var ise eğer basiret sahibi insanların duygularının bize bulaşmasına izin vermekten geçiyor.


Sanki bir intihar teşebbüsü olarak yaşadığımız şu günlerde içime doğru haykırıyorum. 

Bir sokağı var mı bu çıkışın?

LAL:
Ey hakikat: 
Bazen aklımdan, bazen gönlümden ama çokça yanımdan geçip gidiyorsun...

Yazarın Yazıları