A. Raif ÖZTÜRK
  • 20/06/2023 Son günceleme: 20/06/2023 22:18
  • 3.197

Sadece DİL konuşmaz, HÂL de konuşur. Çiçekler de konuşur, hayvanlar da konuşur, eşyalar da konuşur. Hatta belâ ve musibetler de konuşur.

Nasıl ki insan olduğumuz halde, 172 milletin dillerini, lisanlarını bilmiyorsak eğer, onların konuşmalarını anlayamadığımız gibi, HÂL lisanını da bilmiyorsak, çiçeklerin, hayvanların, belâ ve musibetlerin de konuşmalarını anlayamayız.

Ancak, HÂL lisanının mektebi ve medresesi yoktur.

Akıl, zekâ, tecrübe, feraset ile en önemlisi de ilham ve vahiy ile geliştirilir.

Bazen HÂL lisanı, iyi bildiğimiz DİL lisanından daha etkili olabiliyor.

Meselâ; her zaman mütebessim olan bir dostunuzun, yüzü asık olduğu zaman ona “hayırdır neyin var?” dediğinizde, “yok bir şeyim!” dese bile ona inanmazsınız.

Çünkü hâl lisanı, “mutlaka bir derdi olduğunu” haykırıyordur.

Havanın birden kararması, gök gürlemeye başlayıp şimşeklerin çakması, bizlere biraz sonra yağmurun gelebileceğini, HÂL lisanıyla anlatır.

Binalardaki çatlaklıklar, kolonlarının sıvalarının dökülüp demirlerinin çürümeleri, hâl lisanıyla o binanın yakın bir zamanda çökeceğini bizlere haber verir.

İşte; Belâ ve musibetler de böyledir.

Evlerimizi dere ve ırmak yataklarına, heyelân bölgelerine, deprem kuşaklarının üzerine yaparsak, elbette bu durum bizlere, HÂL lisanıyla itiraz edecekleridir. Ancak bu konudaki hâl lisanını bilenler, bu itirazları anlayacaktır. Bu HÂL lisanının bir yönü.

Bir de Tüm Kâinatın Yüce Yaratıcısının bildirdiği LİSAN ve ikazlar vardır ki, bu gerçekler hem geçmiş asırlarda yaşanmış, tecrübe edilmiş ve uygulanmış olduğu için, çok çok daha fazla önem arz etmektedir. Çünkü İlâhî fermanlarda, asla abartı ve yanlışlık olmaz…

Hadîd S., 22. Ayet: “Yerde ve bizzat insanların kendilerinde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Lehv-i Mahfuzda veya Kâinattaki Kanunlarda kayıtlı) olmasın! …”

Tegâbun S., 11. Ayet: “Allah'ın izni olmaksızın, hiçbir musibet başa gelmez.”

Şûrâ S., 30. Ayet: “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir. Hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder.”

Tarihe ve helâk olan kavimlere dikkatlice baktığımızda, her belâ ve musibetlerin öncesinde, MUTLAKA; nankörlüklerin, zulümlerin, zina ve ahlâksızlıkların, ölçü ve tartıda hilekârlıkların, başkalarının haklarını gaspların, Allah’ın emir ve yasaklarına isyanların, vs. olduğunu çok net görebiliriz.

BİRKAÇ ÖZET ÖRNEK:

Lût kavminin en belirgin helâk sebebi; bugünkü LGBT ahlâksızlığının yaygınlaşmasıydı.

Nuh kavminin en belirgin helâk sebebi; halkın Peygambere isyanı idi.

Hût ve Âd kavimlerinin en belirgin helâk sebebi; Allah inancı yerine heykellere ve putlara taptıkları, ek olarak nankörlükleri ve zulümleri içindi.

ÂD kavminin en belirgin helâk sebebi; Peygambere isyan ve çok su tüketen deveyi öldürdükleri içindi. (Suları tükettikleri için Avustralya’daki binlerce deve öldürülmesini düşününüz.)

Hz. Şuayb kavminin en belirgin helâk sebebi; Peygamberlerini dinlemeyip, başkalarının haklarına tecavüz, ticarette ihtikâr (ticaret malını pahalılaşması gayesiyle istifleyip piyasaya arzını geciktirmek), ölçü ve tartıda haddi aştıkları için.

Nemrudun kavminin en belirgin helâk sebebi; inananlara zulümler edildiği için.

Firavunun kavminin en belirgin helâk sebebi; Firavunun ve ordusunun, Allah’a inananlara zulümleri ve ilâhlık iddiasında bulunarak, Hz. Mûsa ve kavmine çok zulümler ettiği için olduğunu görüyoruz…

Şimdi lütfen dikkat edelim ve bugünkü ahvâlimize bir bakalım:

Yukarıdaki kavimlerin helâk sebeplerine baktığımızda, hepsinin ve helâk sebeplerinin toplamının; bugünkü Dünyamızda çok fazlasıyla yaşandığını görüyoruz. Oysa o asırlardaki kavimler, sadece birkaç çeşit günahları sebebiyle helâk edilmişlerdi.

O kavimlerin helâk ediliş biçimleri; sularla, sellerle, kuraklıklarla, yangınlarla, depremlerle, bereketsizliklerle, hava ve gök felâketleriyle vs. helâk edildikleri de târihi belgelerle sabittir.

HÂL LİSANIYLA objektif baktığımızda; bugünkü belâ ve musibetleri nasıl hak ettiğimizi anlayabiliyoruz, değil mi? Yüzyılın en dehşetli Depremi sonrasında bile, sadece “örtünme emrine isyanlarının devam etmesi”, depremlerden vs. hiç ders alınmadığını gösteriyor.

ÇOK ÖNEMLİ İKİ SORU:

Bu belâ ve musibetler, niçin sadece helâk sebeplerini işleyenlere gelmiyor da masum halkı da içine alıyor?

CEVAP: Hz. Cebrail Lût Kavmini helâk etmeye geldiğinde, çok sayıda gece namazı kılıp Allah’a yalvaranları görüyor. Tümünü helâk etmeden, tekrar Cenabı Hak’ka dönüyor ve durumu arz ediyor. Allah cc. Cebrail’e (A.S.); “Biliyorum ve görüyorum. Onlar, benim yasak ettiğim fiilleri engellemediler. Sadece ibâdet ettiler. Onun için git hepsini batır” buyurmuş. (Kynk: Prof. Dr. Cevat AKŞİT.) Ayrıca mâsum ve çocuklar, Cennetle müjdeleniyor.

Bugün sadece BELÂ ve MUSİBET var, niçin önceki kavimler gibi HELÂK yok?

CEVAP, Yüce Peygamberimizden SAV.: “Ben Rabbime, benim ümmetimi helâk etmemesi için çok yalvardım. Rabbim benim bu duâmı kabul buyurdu.”(Müslim, Fiten, 20).

BELÂ ve MUSÎBETLERİN, BİR DE SINAV YÖNÜ VAR:

Tevbe Sûresi 126. Âyette; “Onlar, görmüyorlar mı ki her yıl, bir veya iki kere imtihan ediliyor, çeşitli belalara çarptırılıyorlar da yine nifaklarından, işledikleri günahlardan dönüş yapmıyor, onlar bundan ibret de almıyorlar.”

KESİN ÇÖZÜM: İlâhî emirlere ve İslâm’a DÖNÜŞ. (Bir sonraki yazıyla devam edecek.>>>)

Yazarın Yazıları