Mustafa ÇALIŞAN
  • 21/04/2020 Son günceleme: 21/04/2020 12:28
  • 5.655

Bazı günler ve bazı zamanlar vardır ki diğerlerinden çok ayrıdır. Çok faklıdır. Adeta dönüm noktası gibidir.

Geride bıraktığımız yıllarda ve asırlarda  bunun örnekleri çokça vardır.

Meşhur Kırgızlı yazarın bir eseri adeta buna en güzel örnek teşkil etmektedir. Hatırlayanlar ve okuyanlar bilir: Gün Olur Asra Bedel

İşte  içinde bulunduğumuz dönemde böyle bir olaya hep birlikte tanıklık ediyoruz.

Malum olayın adı: ‘KORONA VİRUS’ , Tarih Ocak 2020. Dünyamızın ilk muhatap olduğu tarih.  Türkiye ise 1 Mart 2020’de tanıştı.

İnsanlığı tehdit eden küresel bir salgın; görünüşe   göre bir bela. Bir musibet, bir felaket. Cismi, küçük; cürümü büyük. Sekiz  milyar insanlık ailesi  olarak hepimiz korktuk! Adeta  yeni bir NUH TUFANI gibi dehşet sardı insanlığı!   Bilim yada ilim hepsi yaya kaldı bu minicik virüs karşında.

Bundan böyle yeni dönemin adı Korona öncesi  ve sonrası şeklinde ifade edilecek.

Korona günleri üzerinde çok fazla şeyler yazılacak. Çizilecek, konuşulacak. Belki sinema filmleri, belgeseller yapılacak. Belki üzerinde akademik çalışmalar; master doktora programlarına konu olacak belki okullarda  ders kitabı olacak.

Bu olay küresel ölçekte  olduğu için  herkesi bir şekilde etkiliyor ve ilgilendiriyor. Bu itibarla  ‘siyasetçiler,  yöneticiler, din adamları, basın mensupları tıp bilimi insanları, ekonomistler, tarihçiler,  sosyologlar, psikologlar, edebiyatçılar, sanatçılar’ başta olmak üzere herkes bir yönüyle kendi bakış açısından ve zaviyesinden ilgilenecek…

Çünkü bu güne kadar böylesi bir kriz yaşanmadı. Uluslararası sistemler temellerinden sarsıldı. Tüm teoriler iflas etti.

Kimileri ‘Biyolojik SAVAŞ’  diyor ve Çin ile ABD arasında hakimiyet, büyüklük kavgasına  şahit oluyoruz. Bir küçük virüs haddini bildirdi kendini süper güç sayanlara.

PANDEMİ  denilen bu salgın tüm gezegenimizi öylesine sarstı ki, hayal ötesi vakaları yeryüzündeki insanlar olarak izledik.

Pandemi kavramı ile de yeni tanıştık. Pandemi; dünyada  birden çok ülkede yada kıtada çok geniş şekilde yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalıklara verilen isim.

Tüm dünyanın muhatap olduğu Covid-19 denilen salgın hastalık artık bundan böyle Pandemik Hastalık olarak litaratrimize girecek..

Yakın dünya tarihinde insanlık alemi böyle bir mesele ile tanışmadı ve karşılaşmadı. Bu öylesine bir şey ki, kaçmak mümkün değil.   Etkilenmemek söz konusu bile değil..

Yani tüm insanlığın kaderini etkiledi. Adeta bir nevi kıyamet provası gibi bir durum söz  konusu.  İnsanların  birbirine faydasının olmadığı virüs kapan insanın cenaze namazının   bile kılınmadığı ; evladın ana  babaya, ana babanın evladının yardımına koşamadığı bir hal ile hallendik..

Hiç kimsenin yapamayacağı hatta gücünün yetmeyeceği şeyler her birimizin  gözümüz önünde cereyan etti. Akıl  almaz şeylere şahit olduk.

Mesela; kim derdi ki,  Kabe-i Muazzama'da  tavaf  olmayacak, Medine’de Ravzayı  ziyaret yasak olacak?

Hem mesela; dünyadaki tüm camiler, tüm kiliseler ve sinagoglar kapatılacak. Her türlü toplu ibadet yasak olacak?

Hem mesela; Tüm  içkili yerler, kumarhaneler, genelevler vb zararlı ve kötü yerler kendi rızaları ile kapanacak?

Hem mesela; zinayı, yasak ilişkileri, sapkın cinsellikler özgürlük adına yapılan her  türlü haram ve yasaklar ortadan kalkacak.

Hem mesela; Peygamberimizin sünneti olan temizlik, yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması tüm dünyanın kabul edeceği bir gerçeklik olacak... 

Bu  süreçte olmaz olamaz denilen şeyler yaşandı. Çare  maneviyatta dinde arandı. Çaresiz kalanlar  İslam’a toplu yada bireysel  kurtuluş vesilesi olarak  yapıştılar. Yüzlerce insan Müslüman oldu. Toplu olarak Kelimeyi ŞAHADET getirerek  bir kurtuluş yolu arayışına girdi.

Bu koronanın bize öğrettiği en temel şey;  ‘Acizlik ! Zayıflık ! Güçsüzlük’

Ve öyle gözüküyor ki; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.  Ve bu yeni dönemde  şayet halen yaşıyor isek yepyeni bir dünya ile muhatap olunacak.

Adına ne denirse densin bu durum öncelikle  bizi yani beni ve sizi ve daha sonra herkesi bir şekilde muhasebeye  tabi tutacak. Her birimiz bazı soruların muhatabı olacağız.

Ben ne yaptım da veya neleri yapmadım da bu bela ve musibet başımıza  geldi?

İlk olarak bu sualin cevabını sorgulamamız gerekli..

Üstadın ifadesiyle ‘hangi fiilimizle  kadere  fetva verdirdik ki; bu musibet başımıza geldi!’

Ben öncelikle kendi nefsimden  başlamak istiyorum; 'Bil ey nefsim!'

Yani ben nelerde hata yaptım, eksiğim, kusurum nedir? Hangi yanlışları hangi günahları işledim? Yada  yapmam gerekenleri yapmadım. Yapabilecek  neler  vardı da ben yapmadım!

Bu bir  nevi kendi kendimizi muhasebe ve murakabe; öz eleştiri olmalı.

60 küsur yıllık bir hayat lütfeden Rabbime  karşı sorumluluklarımı  yerine getirdim mi?  Hiçbir hakkım ve hukukum olmadığı halde beni insan olarak yaratan Allah'a gerektiği  gibi şükür ettim mi? Beni taş toprak; bitki hayvan olarak yaratabilirdi. Veya hiçbir şekilde yaratmazdı. Ben ben olamazdım !

Yaratıcımın benden isteği neydi? Bu dünyaya niye gelmiştim? Benden istenen neydi?

Bu ve benzeri soruları kendi nefsimde sorguladım mı?

Cenabı Hak bize dünyadaki en yalın gerçeği öyle güzel hatırlattı ki, aklımızı başımıza alalım diye; ÖLÜM  gerçeği bütün çıplaklığı ile herkese eşit mesafede olduğunu gösterdi. Adeta herkese  ‘Hizaya Gel’  komutunu verdi.  Çünkü kalplere korku salmıştı bu ufacık virüs. Ve belki de ibret alsınlar akıllansınlar diye ‘EVDE  KAL’ mesajını verdi.

Tam da burada olayın İMTİHAN Boyutunu hatırlıyoruz. Hani söz gelince hep deriz ya 'Dünya bir imtihan dünyası' . Fakat bu sınavın böyle bir olağanüstü şekilde  olabileceğini hiç aklımıza getirmedik. Yani bizden önceki ümmetlerin yada insanların sınandığı gibi sınanmadan yani imtihan edilmeden bu dünyadan gidebileceğimizi sandık.

Heyhat eyvah aldandık !

‘İnsan bu dünyaya  yaratanı tanımak;  ve O’na iman edip ; ibadet ve dua etmek için gelmiştir. Hakikatinin hakkını verebildik mi?

Yaratılış gayesini ve hakikatini idrak ettim mi?

Ben kendi adıma HAYIR  diyorum.

SUÇLUYUM!

Yeterince kul olamadım.

SUÇLUYUM!

Kulluğun hakkını veremedim.

SUÇLUYUM!

Hakiki iman elde edemedim.

SUÇLUYUM!

Yalnız O’na güvenip; yalnız O’ndan isteyemedim.

SUÇLUYUM!

Sebeplere daldım. İmanın hakikatini idrak edemedim.

SUÇLUYUM!

Kadere iman ettim.  Ancak kadere razı olamadım.

SUÇLUYUM !

Adalet, hak ,hukuk , günah- sevap gibi temellerin hakkını veremedim.      

SUÇLUYUM!

Dinim sabır ve şükür emir verdi. Ben SABIR VE ŞÜKÜR edemedim.

SUÇLUYUM!

Allah camilerin  ve cemaatin faziletini öğretti. Ben uzak kaldım.

SUÇLUYUM!

Allah Teala; zekat – sadaka- infak dedi. Ben gereğini yapamadım.

SUÇLUYUM!

Rabbim; gururu,kibri,enaniyeti,benliği terk et dedi. Ben etmedim.,

SUÇLUYUM!

Rabbim; israf  etmeyin kanaat edin dedi. Ben  duymazdan geldim,

SUÇLUYUM!

Dinim bana; hatayı, kusuru, günahı, kendinizde arayın dedi. Duymadım

SUÇLUYUM!

Rabbim iyiliği emredip ; kötülükten nehyetmeyi buyurdu. Ben uymadım

SUÇLUYUM!

ÇARE VE  ÇÖZÜM

Bütün bunların sebebi ve sorumlusu ben ve biz isek  elbette çıkış yolu da vardır.

Çare kainatın sahibi, maliki, mabudu olan YÜCE YARADANIMIZA  dönmek..

Af ve mağfiret; bağışlanmayı ve özrümüzün kabulünü Rabbimize arz etmektir.

O bağışlayıcıdır.

O affı sever ve çok af eder.

Yeter ki  biz hakiki manada istiğfar edelim. Tövbe edelim. 

Başımıza  gelen bunca bela ve musibetten  gerekli dersi ve ibreti çıkartalım.

Güzel dinimizi, güzelce yaşayalım ve yaşatalım.

Bir idealimiz olmalı. Bir davamız olmalı. Bir mefkuremiz olmalı. Bu dünyada var oluşumuzu karşılığını idrak etmeliyiz.

Bu dava Ahret davası olmalı. Ahreti kazanmak veya kaybetmek olmalı. En mühim mesele buradaki fani hayattan BAKİ ve ezeli bir hayatı kazanabilmenin davası  olmalı.    

Ne büyük nimetler içinde bulunduğumuzu , buna karşı şükürsüzlüğümüzü  tüm  zerrelerimizle idrak edip dergahı ilahiye yeniden yalvarıp yakarmalıyız.

Hani  Hac’da Arafat’ta hacıların oluk oluk gözyaşı döktükleri gibi bizde istiğfar ile tövbeyi nasuha varmalıyız.

Temel meselenin iman kurtarmak ve iman ile kabre gitmek olduğu hakikatini her halimizle benimsemeli ve kabullenmeliyiz.

Bu anlayışta olmak zor bir şey olmasa gerek.

Ki, Üstad Bediüzzaman Said Nursi eserleri ile Risale-i Nur külliyatı ile bunun çare ve çıkış yollarını en güzel şekilde ortaya koymuştur.

Bize düşen başımıza gelen bu musibetten gerekli dersi alabilmektir. Yolumuz ve yönümüz her daim Kıbleye dönük olmalı.

Ve halisane  tüm benliğimizle kalbimizin sesini dinleyerek el açıp nida edelim; 'Ya Rab kusurumuzu affet, bizi  kendine kul kabul et!'

Elhamdülillahi Alâ küllü hal.

Yazarın Yazıları