A. Raif ÖZTÜRK
  • 23/04/2024 Son günceleme: 23/04/2024 10:45
  • 1.123

Diğer ifadeyle; “el âlem ne der” hastalığı, nasıl bir hastalıktır…

Bilindiği gibi Hz. Muhammed SAV henüz doğmadan önce babasını, çocuk yaşta da annesini kaybetmişti ve dedesi Abdülmuttalib tarafından himaye edildi ve yetiştirildi.

Abdülmuttalib, hastalanıp ölümünün yaklaştığını hissedince,(578’de) oğullarını ve 6-7 Yaşlarındaki torunu (Hazreti) Muhammed'i çağırarak:

-"Vefatımdan sonra hangi amcanın yanında kalmak istiyorsun?" diye sordu. Bunun üzerine Nuhammed(7), amcası Ebu Tâlib'in boynuna sıkıca sarıldı.

Bu seçim, dedesi Abdülmuttalib'in hoşuna gitti ve oğlu Ebu Tâlib’e O’nu gözü gibi koruyacağına, hatta kendi öz evlatlarından ve canından da çok koruması için sözler alarak, emaneti Ebu Tâlib’e teslim etti.

Ebû Tâlib hayatı boyunca verdiği bu sözlere sadık kaldı.

En zor şartlar altında bile Peygamber Efendimizi, ömrünün sonuna kadar savundu.

Gün geldi çattı, Ebu Tâlib'in de yaşı ilerledi, hastalığı şiddetlendi.

Peygamber Efendimiz(48.), amcasının(79.) hastalığı ilerleyince, kendisine “ahirette şefaatçi olabilmesi için yeniden İslâm’a” davet etti.

Bu teklif üzerine Ebu Tâlib:

"Vallahi Yeğenim, Kureyş(halkı) çok yaşlanmaktan dolayı ve ölümden korkarak kabul ettiğimi zannedecekleri için, maalesef kabul edemeyeceğim" dedi.

Yani Ebu Tâlip, “el âlem ne der” hastalığına yenilmişti.

Üstelik de Hakîkatin ne olduğunu gayet net bildiği ve idrak ettiği halde, HAKK’DA karar vermekte pasif davranmıştır.

Nitekim Îman ile ölmek varken, o can simidi îmanı kabul edemeden öldü.

Evet, saygıdeğer dostlarım:

İşte bu davranış biçimine “Ebu Talip Sendromu” deniliyor.

Bugün de bu sendrom nedeniyle, gerçekler idrak edildiği halde, fiilen isyanlar ediliyor.

Nasıl mı isyan ediliyor?

Hemen birkaç örnek hatırlayalım:

Yüce Rabbimizin Mü’min kadınlar için; Nur S., 31. Ayet ve Ahzab S., 59. gibi, iki ayrı ayetlerde çok net ifadelerle açıklanan İlâhî Emri bildikleri halde, “acaba halk ne der?” “İş yerimde nasıl karşılanırım” sendromuyla, bu İlâhî emre FÎLEN isyan ediliyor.

Yüce Rabbimizin tüm insanlık için, Kur’an’ın 80 küsur âyetiyle, NAMAZ emrinin verildiğini bilmeyen Müslüman yok. Fakat “ben bu güne kadar namazsız ve entel yaşadım. Bu yaştan sonra namaza başlayıp, mütevazı yaşarsam, acaba millet ne der?” sendromu nedeniyle Allah’a cc isyan ediliyor.

Fâizin, içkinin, Kumarın, Lottonun, Milli Piyangonun HARAM olduğunu bilmeyen Müslüman yok. İnsanların çoğu aynı sendromun kurbanı. Şeytanın da vesvese ve telkinleriyle, çeşitli bahanelere sığınarak isyanlar ediliyor.

Hatta bir İmam arkadaşım, içki müptelâsı komşusuna içkinin hem dînî, hem sağlık, hem ekonomik(yani israf) yönlerini ve sosyal zararlarını anlatır. Tam içkiyi bırakmaya ikna etmişken, ayyaş kişi şu itirazda bulunmuş: “Hocam, tamam da ben içkiyi bırakıp namaza başladığımda, acaba bu halk ne der?” ..deyince imam arkadaşım:

-“Yahu kardeşim, sen içki içip eşini, çocuklarını döverken, millete sataşıp söverken, sokaklarda istifra edip kusmuğunun üstünde yatarken, BU HALK NE DER demiyordun. Şimdi şu mel’aneti bırakıp, tüm güzellikleri yaşayacağın zaman, acaba halk ne der diye nasıl düşünebiliyorsun? Bu tamamen Şeytanın vesvesesidir. Şeytan senin, Cehennem arkadaşı olmanı istemiyor.” diye açıklamalarda bulununca, kişi tam ikna oluyor ve kararlılıkla içkiyi bırakıyor. Hem camiye hem de dini sohbetlere başlayıp, yıllardan beri mutlu ve huzurlu hayata devam ediyor.

Bu kişinin hanımı da bu değişimin sebebini öğrenince, bu hocamıza gelip:

-“Hocam, eşim artık beni ve çocuklarımı dövmüyor, evde istifra etmiyor. Her gün evimize tertemiz dönüyor. İş buldu, işe gidiyor. İçkiye harcadığı paraları, evine ve çocuklarına harcadığı için, evimize çok bereket, huzur ve mutluluk geldi. Allah sizden razı olsun” vs. övgülerle, çok çok teşekkürler ediyor.

Yani; Sırat-ı Müstakime, huzur ve mutluluğa erişebilmek için, önce Ebû Tâlip Sendromunu, yani “el âlem ne der” tuzağını ve mahalle baskısı korkularını yenmek gerek.

Kişi; “Halk veya el âlem ne der” değil, “acaba tüm Kâinatı ve beni yaratıp yaşatan Yüce Allah ne der” diyerek ve Şeytanı reddedip, huzur ve mutluluklar kervanına katılmalıdır. Ahirete de EBEDÎ Cehennemden kurtulup, EBEDÎ Cennetlere müstahak olmalıdır.

Bu gerçekleri idrak etmişken; Ebu Talip sendromundan, şeytanın “el âlem ne der” veya “halk ne der” tuzaklarından kurtulmak zorundayız. Yoksa ansızın ÖLÜM gelip çatabilir.

Üç kuruşluk bu kapris, bizleri ebedî ve SONSUZ Cennetlerden mahrum etmesin, Âmin...

Dost ve sevdiklerinizle paylaşılarak, EMR-İ BİL MÂRÛF ve NEHY-İ ANİL MÜNKER sevabına hissedar olunması dileklerimle… Vesselâm.

Yazarın Yazıları