Sözü, neresinden tutsak elimizde kalıyor...
Zira söz söyleyen, söz söylenenden çok bu devirde.
Rikkatle bakarsak görürüz...
İnsan, söyleyemediği her sözcük için derin bir nefes alıp verir çoğu zaman.
Sözünü sakındığında ise sık sık yutkunur...
Yutkunmadan, neredeyse nefessiz konuşanların birbirlerini pek dinlemediğini de görürüz çoğunlukla.
Bu telaşa nasıl kaptırdık kendimizi bilmem.
En çok konuşan ile en son konuşan arasında yaşanan bu kıyasıya "iletişimin"
Lafın manasını yorup insanı sağırlaştırdığı bir gerçek...
Kendine kıyıyor da sözlerine kıyamıyor insanlar...
Ya da sözleriyle kıyıyor ümmetin Can'ına...
Sonra...
Söz bittiğinden değil, kâr etmediğinden işlevini yitiriyor...
Jestler, mimiklerin
Ses, sözün önüne geçti...
Ve fakat "feraset" hepsinin önünde çok şükür...
Gördüğünde ve kavradığında keskin olan bir kişi bile yetiyor diğerlerine "fer" olmaya.
Sözü, düştüğü yerden kaldıracak feraset sahipleri olmasa, biliyor ve inanıyorum ki; sözün muhatabı kalmazdı yeryüzünde!
Herkesin yaşadığı bir ömür nihayet ama yaşamak için seçeceği yollar sonsuz.
O sonsuzlukta doğruyu bulmak "ayırt eden" yani fesat sahiplerinin harcı
Her sese söz, her söze ses olanların değil şüphesiz...
Sözü şuracıkta fazlasıyla yormuş biri olarak, (Allah rahmet etsin) feraset sahibi Ali Şeriati'ye bırakayım sözü ki yazının tutulacak bir yeri olsun...
"Allahım! Bana, ölüm anında, yaşamak için geçip giden anın ürünsüzlüğüne hayıflanmayacağım bir hayat ve boşunalığının yasını tutmayacağım bir ölüm İhsan et"
LAL:
Hüzün de siniyormuş insana, kokusundan bildim...