Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 05/03/2013 23:11
  • 23.078

Nerede okumuştum hatırlamıyorum "sessizlik kırgınlığın sesidir" diyordu. 
Öyle midir gerçekten? 

Düşünüyorum da; Ne zaman hırpalansam ya da, hazmedemediğim, kendime anlatamadığım, baş edemediğim bir mesele olsa ki, bazen sevinçlerimde buna dahildir susarım. Kendim dahil tüm dış sesleri kapatıp içimde kabarıp duran seslere kulak vermek, belki de yaptığım. İnsan kendisiyle çözemediği meseleyi başkalarıyla nasıl çözebilir ki?
Hem yılgın insanları neredeyse bağırıp çağırmasından tanımıyor muyuz? Konuşurken yaralamaya, dinlerken yaralanmaya hazır insan ne çok!
Ama kırgınlık mıdır insanın gözünü kulağını içine çevirmesi? Sanmam.

Sorum şu: Suskunluğa dönüşen cümlelerimiz olmasa nasıl olurdu ki dünya?
 
Sezenler bilir; sessizlik esasında fark edilmeyendir. 
Hal diliyle susmak: bir göle fırlattığınız taşın peş peşe giderek genişleyen daire biçiminde dalgalanma oluşturması gibidir. Dalgalanma bittiğinde göl dingin haline geri döner ama çoktan o taş artık gölün bir parçası olmuştur...

Bağrımızda taşıdıklarımız; ağırlıklar ve güzellikler biraz hazmetmeyi gerektirmez mi?

İster hal diliyle ister lisanı hal ile susanlar da; gözüyle, sözüyle ve hal ile konuşanlar da bir çarenin peşindedir. Ya da seçtikleri çareleridir kim bilir?

"Özü-sözü bir olmak" eyvallah da "içi dışı bir olmak" nedir? Evet, içinin güzelliği veya çirkinliği dışına ya da dışının içine yansıdığı olur insanın, ama içi dışı bir olamaz! 
Bu, iyi insan kaidesi olarak konulduğundan beri insanların önüne, bolca hastamız oldu.
Oysa Allah kimselerin duymadığını işiten ve bilen değil midir? Niye böyledir hiç düşündük mü?

 
Sözün gümüş, sükûtun altın olduğu zamanlar geride mi kaldı ne?
Ve sözü söz ile tartanlar...


İnsanların ağızlarından çıkan her sözün hayatlarımızı şekillendirdiğini düşünüyorum. Duyguların kökleri kelimelerdedir denilebilir mesela.

Günlük dilimizi, dolaşımda olan cümlelerimizi düşünelim.
Misal "Allah'a emanet ol" yerini "kendine iyi bak" a teslim etti. Hatta gençler arasında "kendine iyi davran" olmuş durumda. 
Sadece kelimelerin hal değiştirmesi değildir bu! Kimlik değiştirmesidir.
Düşünün, uğurladığız kıymetlinizi ya da özlediğinizi en sevgiliye, en güvenilir, en kudretli, en bilene; Allah'a emanet etmek: emanet edeni müsterih, emanet edileni ise mutmain kılmaz mı? 
Kulağa ve gönle en hoş gelen duadır dahası...
Kendine emanet edilenler ise yalnız kalmışlığın ene kuvvetine dayanmanın dayanılmaz ağırlığında ezilmezler mi?
"Bencilleştik" diyoruz. İyi de arkasını kendisinden başka yaslayacak kimsesi olmayan biri başka ne hale gelebilir ki?
Sadece kendine iyi bakar, kendine iyi davranır... Kendini, kendisi taşımaktan müsekkinsiz yaşayamaz mesela...


Bazı şeyler öylece durur bir kaide gibi. Ne zaman bu şehrin su kenarındaki  camileriyle karşılaşsam ya da  "su gibi ömrün olsun - su gibi aziz olasın" gibi kadim dua dilekler çalınsa kulağıma böyle hissediyorum.

Bizim büyüklerimiz teşekkür etmezdi! Hamd eder ya da dua ile mukabele ederlerdi.
Neyi muhafaza ettiği belli olmayan muhafazalı muhafazakârlara sözüm! Gayrisi yolundadır  zaten...


Bazen olur. Olmayan bir şeyin olduğuna inandırırız kendimizi, sonra o oluverir ve ne yapacağını bilemez bir ahvalde kalıveririz olanlar karşısında...

LAL:

Bir çınar devrilir, bir salkım söğüt yerlere kadar eğilir... Biri gidiyor, geriye tüm cümleleri kalıyor... Bu belki katlanabilmenin bir yolu ayrılığa, kim bilir... Yaşanmışlığın tanığı bu izler kafamda dönüp dururken düşünüyorum; Allah böylece ölümü mü sevdiriyor, yoksa ölümlüyü mü?

Ölümle  bir derdim yok benim. Toprağın  halinden en çok anlayan bir güzellik toprak olurken ki cümbüşe bakıyorum; bu hayatta boşluk diye bir şey yok, buna yemin edebilirim. 

Hiç gidememiş gitmeyi becerememiş biri olarak yine uğurlayandım ama ilk defa huzur vardı gönlümde / canım başka türlü acıdı...

Yazarın Yazıları