Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 18/12/2013 23:11
  • 11.490

Dilin mi düşünceyi yönettiği yoksa düşüncenin mi dili yönettiği ikilemi günümüze değin, dil bilimcilerin olduğu kadar gelişim psikolojisi, antropolojik dil bilimi, antropoloji, felsefe gibi disiplinlerin de cevabını aradığı bir vakıadır. 

Günümüzde dilin kullanıldığı mecraların çeşitliliği göz önünde bulundurulursa bu sorunun cevabı günlük hayatta yaşadığımız pek çok iletişim sorununa da daha bir net bakmamızı sağlar diye umut ediyorum ya da kendimce sözüm ona "iletişim”di ye ortada var olan bu nahoşluğa, "dilimizi kullanma biçimsizliğimize" bir çare arayalım diyorum.

Zira bulanıklığın kaynağını bulup suyun yeniden duru akmasını sağlamanın başka yolu yok şu gelinen noktada. 

Toplumsal ya da evrensel, en genelden en çekirdeğe kadar yaşanılan problemlerde veya fikir beyan etme girişimlerinde ortaya çıkan tablo: Bolca incitme ve incinme, çokça ayrışma ve aramızda gittikçe açılan, hatta aramıza bir fay hattı gibi döşenen mesafeler yazık ki! 


Dil bilimde "Safir- Whorf varsayımı" olarak anılan bir durum var. Varsayıma göre, kişinin konuştuğu dil ile o kişinin dünyayı nasıl algıladığı ve nasıl davrandığı arasında sistemli bir ilişki vardır. Yani kişi dünyayı dilinin izin verdiği ölçüde ve biçimde algılıyor bir bakıma. 

Hoş, bu varsayım her ne kadar somut anlamda kullanılıyor olsa da (ki siz bunu da düşünün lütfen) ben her cümlenin manevi kullanım hakkını mahfuz tuttuğum ve yazının başından beri bu maddi halin maneviyata sirayet etmesini konu edindiğimden öyle değerlendireceğim. Safir- whorf varsayımını bu toplumda doğrulayamayacağız da nerede doğrulayacağız Allah aşkına. 

Mesela "varlık" dediğinizde zihniniz size "yokluğu" da sunar. Bir anda siz varlık felsefesini düşünürken yokluğun da var olduğunu düşünmeye başlarsınız. Ama olsun, biz "ontoloji" diyelim daha havalı.

Bu arada "hayır" olumsuzlamasının aslında köken olarak "iyi, güzel" anlamına geldiğini unutan gençler demeyeceğim zira onları büyüten öğretmenler, büyük büyük laflar eden büyük büyük mevkileri olanlar desek, onlar gündelik hayatlarında veya bir meseleyi izahta kaç cümleyi kaç kelime ile kuruyor düşünmeye başlasak!

Bir kelimeyle beş farklı duyguyu ifade etmeyi zenginlik mi yoksa dili ekonomik kullanmak mı sayıyoruz ne? 

Sözlerimizin bizi dönüştürdüğü ihtimalini bir kenara yazalım.
Ve esasında düşündürmesi gerektiğini de tabii.


Sözcüklerin sadece anlamı olduğuna inandırıldık biz. Oysa sözcükler, duygu değerleri ve tasarımlar bütünüdür.

Sesler, sözcüğe dönmeden duyguya dönüşmeli önce...

Ve duygular, sözcüğe dönüşmeden zihinde dinlenmeli azıcık...

Fikirlerini ve cümlelerini, neredeyse kitle imha silahı gibi kullananlar, kitleleri tek tek vurduğunu bir tahayyül etse, "inkârda ısrar edip nefsine zulmedenlerden" değilse eğer
fikrini "zikrettiğini" fark eder belki.

 
Fark eder de cümlelerine nizam, intizam ve bal damlamasa da tat gelir en azından. 



Sadece sözlerinin değil hayatının da bir üslubu olmalı insanın.

İnandıklarımızın hayatımızda yansımaları üslubu beyanımız da olacaktır. 

Oysa görüntüsüyle aynadaki aksi bir birini tutmuyor çoğumuzun. 

Bir fitili, tane tane konuşarak eşsiz bilgimizle ve çok çok iyi bir Türkçe ile ateşlediğimizde güzelleşiyoruz da; o bomba patlamıyor, hasar vermiyor mu?

Bir harfin bile sıcak gelmeyen yanları vardır kalbe. Bir kelimenin, bir cümlenin nasıl olmaz. 

Ve eğer anlaşmaksa muradımız, anlatmaksa derdimizi kardeşimize ve cümle aleme; ölçü, tüm nüanslarıyla "ihsan" olmalıdır.



Kabul. Aynı düşünmeyelim, karşı karşıya gelelim ama ölçüyü kaldırmayalım aramızdan ki kalkmasın aramızda ki bağ.

Fersah fersah gidildiğinde alabildiğine, " yol" kaybolur.

Yol, hep gidilen değil dönülendir de... Unutmasak!

Ve 

Yol, gidilemeyen değil, varılamayandır da bazen...


Hakikat bizi sınırlandırmıyorsa, 

İlk söz ile son söz arasında sözler olduğunu unutuyorsak 

Ve susanlar da sustukça sıra bana gelecek diye beklemedeyse eğer , 

Vay!

Yaşamak iyi bir alışkanlık olmuş bize...

Sözü güzel bitirenlerden olmalı. 
Hani yazı, pek gelişmemiş iken ve henüz sözün tek başına hüküm sürdüğü zamanları simgeleyen maraton koşucusunun hikâyesini duymuşsunuzdur.

Yunanlıların Perslere karşı kazandıkları zaferden sonra haberci, Atina’ya kadar koşar. Vardığında orada bulunanlara zaferi bir nefeste anlattıktan sonra oracıkta ölür.

Söz" olmak... Söz "hak" ise ve zihninde yoğurup, göğsünün altında taşıyorsan; dillenir elbet! 
Kalbe şifa, derde derman, yaraya merhem olur. Olur, da "söz" yaşar! Söyleyen toprağa karışsa bile...

LAL:

Bazen "söz" söylenmek istediğinde dökülür dilimizden işte buna "ol" dedi ve Ol'du diyoruz. 
Hayat bu; oluyor olması gereken birçok şey
Sözlerde söyleniyor en az insanlar kadar artık
Her yeni gün şu notu düşüyorum kendime :
Doğrulanabilir yanlışlar, yanlışlanabilir doğrular...

Kal ehli ne güzel söylemiş "Zalim söyletme beni derunumda neler var

İnsan, derindir...

Yazarın Yazıları