Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 09/06/2012 00:11
  • 12.542

Kalplerinden deli gibi çürütülmesini diledikleri fikirleri ellerinde, tetikte bekleyenlere aklım takılıyor. Öyle ki ‘yalanlayın beni’ diye sessiz çığlıklar içinde, mağrur bir hüzün bu... Kendine ağır gelmiş düşünceleri taşımaktan artık yorgun ‘bir omuz atın da kurtulayım’ der gibi. Çaresizliğin en son hali...

         
Neden ağır ve zor geliyor insanın kendini düzenlemesi? İnsanca olan niye bu kadar insana uzaklaştı? Üzerine yapışıp kalan fikirleri silkelemek, etiketleri söküp atmak aslında, bu çağın modern istilasına bir baş kaldırmadır. Kendi kalbinin içini başkasına temizletmeye çalışmakta sorun.
 
                                                              
Vücut fıtrata aykırı çalıştırıldığında ilk bozulan kalptir. Kalplerini yanlış kullanan insanlar var. En dayanılmaz acılar karşısında bile ‘hayran’ olunası soğukkanlılığını koruyan insana konulabilecek tek teşhis budur. Bu bozulma farklı farklı tezahür ediyor hayatta.
 
Kalbe giren-çıkanın belli olmadığı bir zamanda bu haller, halsizliğin yansımasıdır o vakit. Bozulmuş ve yol geçen hanına dönmüş bir kalp ne kadar işlevselse o kadar yaşıyor, hissediyor... Ve sanırım hiçbir şeye derinden nüfuz edememe becerisi buradan geliyor.
 
Resmi kötülükleri eli böğründe izlerken, neler hissediyor merak ediyorum. Kalbin kararan taraflarını temize çekmeye yeter mi ‘mış’ gibi yaşamak?
 
Mesela: üzgünmüş gibi... Hangi yaraya dokunabilir haz ve hız içinde yaşarken? Koşuyorsa durmadan, konuşuyorsa susmadan, tüm vücuduyla dönüp bakmadan, sirayet edebilir mi bir acı? Yansıyabilir mi yüzüne?
İnsanı savunmak hiç bu kadar zor olmamıştı...
 
Kendi gibi olmayandan tiksinme kararı almış birinin bile düşüncelerinin iyileşebileceğini düşünüyorum. Zamana ve mekana bağlı tüm yaraları kapanabilir buluyorum, yeter ki yanlış ellerde dağlanmasın. Kötülük üretebildiği kadar, iyilik de üretebilir aynı kalp. Bir yanda yitirilen, diğer tarafta kazanılabilir. Yeter ki yitirilenin eksikliği hissedilebilsin.
 
“İnsanın elde ettikleri verdikleriyle orantılıdır” der, Balzac. Elinde kalanlara bakarak verdiklerini bulabilir insan ve önce kendi peşine düşebilir.
 
İnsan, özne olduğunu hatırladığı anda, ibre doğruyu gösterecektir. Kölelikten ‘kul’ olmaya şanlı bir yolculuk... Yeryüzü sakinleri kendi bağrından çıkan zararlı tohumları bir daha ekmeyebilir ve erdemin peşine düşebilir.                             
 
Yanlıştan çok doğru, kötülükten çok iyilik olduğunu görebilmekte marifet. Ve bütün yanlış anla(şıl)maların insanın üzerine çöken ağırlığından kurtulmak...
 
Yerli yersiz kullanarak boğduğumuz ‘saygı’ ve ‘sevgi’ yeniden toparlanıp gerçek anlamda girebilirlerse hayatlara her şey güzel olacak denilebilir mesela...
 
İnsanı kendine doğru bir göçe davet ediyorum. Acılar karşısında yürekte gerçek bir sızı hissedene kadar derine giden bir göçe...
 
Lal: Ihlamur ve hanımeli kokusu... Göksu’dan Kavacık’a çıkan yolda yürümeden uğurlamayın haziranı derim. Kendinize bir güzellik yapın bırakın trafiği delip geçen o koku mest etsin sizi.
 
Yazarın Yazıları