Özgür DALÇIK
  • 21/07/2019 Son günceleme: 21/07/2019 19:17
  • 7.751

Bireyler, yaşamları boyunca hep bir koşuşturma halindedirler.

Bu yarış içerisinde sistemde değişen türlü yeniliğe ayak uydurmak zorunda bırakılırlar. Moda akımına, İbadet akımına, Gıda akımına… Sürekli ve sürekli olarak insanları günlük yaşamları boyunca belli bir tüketim alışkanlığına iter bu sistem. Vahşi kapitalizmin getirdiği bu tüketim alışkanlığı, günlük yaşamımızda çok daha fazla tüketim isteği olarak etkisi gösterecektir. Özellikle reklamların ve sosyal medyanın tüketim çılgınlığındaki etkisi yadsınamaz bir gerçek olarak çıkar karşımıza.

Tüketimde zirve noktasına ulaşan bireyin artık dünyadan beklentilerinin farklı olması ile sonuçlanan bu durum, belli kesimlerde yeni bir akımın doğması ile sonuçlandı. Bu akım Minimalizm olarak tanıtıldı. İlk olarak Netflix’te yayımlanan belgesel izlenildiğinde, insanlarda fazla tüketmenin getirdiği olumsuz sonuçlar üzerinde durulduğunu görüyoruz. Bu tüketim yalnızca alışveriş kavramı ile algılanmamalı elbette İnsanların duygularını, inançlarını tüketen bir sistemden bahsediyoruz ve bu hızlı tüketimin getirdiği elzem sonuçlardan. Peki Minimalist sistem insanlara neyi vaat ediyor?

Daha az tüketerek daha fazla mutluluk elde edileceğini, insanların sürekli alışverişle eşyalara daha fazla değer verdiğini savunan bu sistemin çıkış noktası aslında çok kayda değer gözükebilir. Belgeselde eleştirilen tutum özellikle bireylerin modaya ayak uydurmak zorunda kalırken, sınıf sistemi içerisinde tıkanmış vaziyette kalarak sürekli yeni değişimlere ayak uydurmasının beklenmesi. Bakınız; yeni çıkan araba modelinin ya da telefon modelinin sürekli ve en hızlı şekilde tüketilmesinin zorunlu kılınması. Hem de içinde bulunduğumuz toplum tarafından! Şirketlerin kendi içlerindeki rekabeti en çok toplumdaki sınıfları etkiliyor. Bu sınıfın belli bir kesimi ise, bu rekabetten çıkan ürünü satın almayı adeta vatani bir görev gibi gerçekleştirmek için bekliyor.

Tam bu noktada Minimalist sistemin getirdiği soru önerisi işe yaracak gibi gözüküyor. Daha az tüketerek daha mutlu olunabilmesi durumu. Ancak bu sistem de kendi içerisinde bir tüketim rantıyla karşımıza çıkıyor. Yeni küçük evlerin yapımı, bu aşamada kullanılan eşyalarının satımı ve satın alınımı bu amaca giden yolda yapılan reklamlar ve insanları bu akıma çekme yolunda kurulan yeni şirketlerin, kapitalist sistemin getirdiği tüketim algısından farkı nedir? Aslında bireylere az tüketimi aşılamak yerine, yapılan alışveriş tarzını değiştiren bir modele sürüklemiyor mu?

İzlediğimiz her reklam, gezindiğimiz her site bizleri yeni bir tüketim grubuna sürüklerken, bu akıma kapılmamak çok zor gibi gözükebilir. Ancak zamanın akışında hatırlamamız gereken hayatın yalnızca kendi hayatımız olduğunu ve bu şansın bize bir kez verildiğini hatırlatmakta fayda var.

Sadece yeni bir eşya için yaşamımızı söyleyen bu sistemde, eşyaya verdiğimiz değeri insanlara vermiyoruz. Önceliğimiz insanları sevmek olmalı, eşyaları değil.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz