Melih PERÇİN
  • 03/01/2016 Son günceleme: 03/01/2016 21:23
  • 6.141

Yaşadığımız 21. yüzyıl siyasi, ekonomik ve kültürel savaşların yoğun yaşanacağı bir yüzyıl olacağını şimdiden belli etmiştir.

Dünya siyasetini yönlendiren batılı emperyalist ülkelerin, kendi ülkelerini merkez kabul ederek, dünyanın yer altı ve ye­rüstü kaynaklarını kendi ülkelerine aktarma gayreti içinde olduklarını görmekteyiz. Dün olduğu gibi bugünde çevrelerindeki ülkeleri kontrolleri altında tutmaktadırlar. Dünyadaki dinler, kültürler ve coğ­rafi bölgeler bu amaçla kullanılmakta çatışma unsuru olarak değerlendirilmektedir. Sonuçta dünyada; güvenliğin olmadığı, sosyal ekono­mik eşitsizliğin yoğunlaştığı, fakirlik ve yoksulluğun arttığı, adaletin batılı güçlerin insafına terk edildiği, insanca yaşama imkânının kalmadığı, haz duygusunun hâkim olduğu, menfaatçi bir insan tipinin yaygınlaştığı, kurulu toplumsal düzenlerin meydana getirdiği sistemlerin insana hâkim olduğu bellidir. İnsanın bu sistemleri yaşatacak bir araç olarak görüldüğü, Yaratan’ın unutulduğu, sahte mabutlara, sahte tanrılara itaat eden Al­lahsız bir toplumsal düzene doğru dünya hızla gitmektedir. Bu gerçeklerin aksine ben; Allah'ın arzı üzerine yine Allah'ın istediği şekilde yaşanılması gerektiğine inan­lardanım. İnsanlığın ancak Yaratılış Gayesine uy­gun yaşadığı müddetçe mutlu olacağına inanmaktayım.

Dünyanın adaletle yönetildiği, sosyal ve tabii kaynakların adil dağıtıldığı, insanların barış içinde güvenli bir şekilde gelecek endişesi taşımadıkları, insanca ve şereflice yaşadıkları, kurtla kuzunun birlikte var oldukları fakat bir­birinin hakkına hukukuna tecavüz etmedikleri, toplumlar ve insanlar arasında kin ve garezin olmadığı bir dünya olmalıdır. İnsan esas de­ğer olarak alınıp bütün medeniyet unsurlarının ona göre ya­pılandığı, zulmün ve zulme imkân sağlayan vasıtaların orta­dan kaldırıldığı, insanların ve kurumların hayırda birbirleriyle yarıştıkları, saygı ve sevginin hâkim olduğu bir dünya düzeni kurmak sadece bizlerin değil bütün insanlığın gayesi olmalıdır.

Medeniyetleri fikirler değil ameller kurar. Ameller ise imana dayanır. Eğer insanlığa katkıda bulunmak, İslam medeniyetini yeniden kurmak istiyorsak, tekrar ima­nımızdan başlayarak bizleri var eden milli üslubumuza yönelmek zorundayız. Ben medeniyetimizin İslam, kültürümüzün Türk Kültürü olduğuna inananlardanım.

Müslüman Türk milleti olarak ne yazık ki kaç yüzyıldır özlediğimiz yerde bulunmamaktayız. Özlenen yere ulaşmak içinde ne millet olarak ne de devlet olarak gerekeni yapmıyoruz. Aksine, her gün giderek aslımızdan inancımızdan uzaklaş­makta, her gün biraz daha bizi yok etmek isteyen Batı ülkele­rinin etki ve kontrolüne girmekteyiz. Yani Batılılaşmaktayız.

Batılılaşmanın neticesi açık ve nettir. İnancından, özün­den kısacası Müslüman Türk kimliğinden uzaklaşmak­tır. Dünyada hangi ülke batılıların fiili ve kültürel hegemon­yasına girmişte özünü kimliğini korumuştur? Böyle bir ülke dünyada yoktur.

Hepimiz, milletimizin başının dik, karnının tok ol­masının, kendi inanç ve değerleriyle yaşamasının müca­delesini vermeliyiz... Bizler sadece kendimiz için değil, bütün insanlık içinde yeniçağın tarihini yapmak zorundayız. Dünyaya adaleti, huzuru ve insanlık şerefini getirmek zorundayız...

Nizam-ı Âlem…
Tıpkı eskiden olduğu gibi...
Selam ve dua ile...

Yazarın Yazıları