Büşra ŞEN ÇOBAN
  • 24/10/2023 Son günceleme: 24/10/2023 12:54
  • 3.157

Tanzimat Döneminde yetişmiş bir Osmanlı aydını olan Osman Hamdi Bey; arkeoloji, resim, müzecilik gibi alanlarda eğitim almış entelektüel bir kişi olarak tanımlanır.

Osman Hamdi Bey'in en tanınmış eserlerinden biri Kaplumbağa Terbiyecisi adlı resmidir. Resimde kırmızı kaftanıyla yere doğru bakan bir derviş görülmektedir. Sanat tarihçilerinin yorumlarına göre resmedilen derviş Osman Hamdi Bey’in kendisini temsil etmektedir. Bu derviş yerde olan beş kaplumbağayı izlemektedir. Kaplumbağaların önde olan üç tanesi yerdeki yeşil yaprakları yemektedir, diğer iki kaplumbağa ise yapraklara doğru ilerlemektedir.

Resimde Dervişin yorgun bir şekilde kaplumbağaları seyrettiği yorumlanmaktadır. Resimde dervişin sırtında bulunan ve Mevlevi müziğinde yaygın bir şekilde kullanılan nakkare asılıdır. Elinde de nakkareyi çalacağı mızrap vardır. Ayrıca bu resimde geçen mekânın yeşil cami olduğu bilinmektedir. Mekânda asılı olan tabloda şöyle yazmaktadır; “Kalplerin şifası sevgiliyle, (Hz. Muhammet) ile buluşmaktır.” 

Bu resmin en bilinen yorumu şu şekildedir. İnsanları sanat yoluyla (mesela müzik gibi) eğitmek çok zordur. İnsanların sanat ve kültüre olan ilgisizliklerinden mustarip olan Osman Hamdi Bey bu durumu resimdeki adamın yüzündeki ifadeye yansıtmıştır.

Diğer bir yorum ise şöyledir; resimdeki kaplumbağalar Osman Hamdi Bey’in bürokrat arkadaşlarını ifade eder. Bürokrat arkadaşlarının işlerini oldukça yavaş yaptığını anlatmaya çalışmaktadır.

Resmin yorumunu özetleyecek olursak, aydın ve elit diye adlandırılan eğitimli kesim sanatını, bilimini halka anlatmaya çalışmaktadır. Ancak halk yeme içme gibi temel ihtiyaçlarla ilgilenip aydınlardan gelen ilimlere adeta kulak tıkamaktadır.

Tabloyu yorumlamaya ve okumaya çalıştığımda ilk tespitim şu oldu; aydın biri olarak kabul edilen Osman Hamdi Bey’in terbiye etmeye çalıştığı kitleye bir şeyler öğretmenin ne kadar zor olduğunu vurgulamasının temelinde kullandığı metot olabilir mi? Terbiye etme ve eğitim gibi iki kavramın ayrımının yapılması gerektiğini düşünüyorum. O zaman temel soruyu soralım; Suç kaplumbağada mı yoksa dervişte mi? Ya da şöyle soralım; Terbiye etmek ve eğitim vermek aynı şey midir?

Terbiye kelimesi özellikle Türk halkları arasında ilim öğretme, ahlak öğretme, edep öğretmek üzere hafif ceza verme vs. gibi anlamlarda kullanılmış[2]  Terbiye kelimesini detaylıca ele aldığımızda bitki terbiyesi, hayvan terbiyesi, nefis terbiyesi gibi kullanımları olsa da en temelde kullanıldığı alanlarda bir bilgiyi ezberletme, dayatma ve cezalandırma vurgusunun hissedildiği yadsınamaz. Peki, eğitimi terbiye etmekten nasıl ayıracağız?

Eğitim konusunda Osman Hamdi Bey gibi umutsuz olamayacağım bu bağlamda eğitim konusunda bana umut ve ilham veren iki örnek isim vardır. Biri Finlandiya eğitim sistemini tüm imkânsızlıklara rağmen örnek bir sistem haline getiren Finlandiyalı Aydın Snelman, diğeri bir isim de bu sisteme paralel bir sistem geliştiren Mustafa Kemal Atatürk’tür.  Bu eğitim sistemleri halkın başta düşünme yeteneği olmak üzere birçok kabiliyetini canlandıracak sistemlerdir.  Ezberci bir terbiye etme modelinin yerine yaratıcı ve üretici olmak ön planda tutulmaktadır. Terbiye ve dışsal bir disiplin öğretisinin yerini iç disiplin diyebileceğimiz sorumluluk becerisi alır.

Grigoriy Petrov' un Ak Zambaklar Ülkesinde adlı kitabında Finlandiya’nın mucizesi anlatılmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ ün Köy Enstitülerini kurma sürecinde Finlandiya örneği ile birçok benzerlik görülmektedir. Doğaya, sanata, teknik derslere, uygulamaya önem verilirdi. Derslerin uygulama kısmı bilgi öğretimi kısmından daha çoktu. Böylece her talebenin tecrübesi ve özgünlüğü ön planda tutulmaktaydı.  

Yani asıl mesele yaprakları yiyen kaplumbağanın vurdumduymaz ve tembel olmasından ziyade başında elinde mızraklı bir terbiyecinin olmasıdır dersek Osman Hamdi Bey’e ayıp etmiş olmayız umarım.

Eğitimciler, ebeveynler olan bizler terbiye etmek ve eğitim verebilmek arasındaki ayrımı ne kadar yapabiliyoruz? Çocuklarımızın bireyselliğini, yaratıcılığını, fikirlerini,  seçimlerini açığa mı çıkarıyoruz yoksa yadsıyor muyuz? Çocuklarımızın sahibi gibi mi davranıyoruz yoksa hayat rehberi gibi mi, haydi vicdanlarımız yanıtlasın.

Kaynakça

1-Yılmaz ve Bilican, ÇOCUKLARLA SANAT ve FELSEFE, yay. ss.190

2-Şemsettin Sami (1996). Kamûs-ı Türkî (6. Baskı). İstanbul: Çağrı Yayınları

Yazarın Yazıları