Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 03/08/2012 00:11
  • 18.634

İnsanlığın var oluşundan beri çare bulunamayan insanın insana yaşattığı vahşete daha ne kadar dayanır bu yaşlı dünya, kanlı toprak bilinmez.

Yeni doğmuş bebeklerin cennet kokusuna, kan kokusu karışırken ve eşrefi mahlukat olmaktan ar edip yaşamakla katlanmak arasında gidip gelirken Bir Allah kelamı dağ gibi indi yüreğime... Hep bildiğimiz ama hep unuttuğumuz...
 
“Fe mey ya’mel miskale zerratin hayray yerah. Ve mey ya’mel miskale zerratim şerray yerah”(zilzal/7-8)
-Artık kim zerre kadar bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre kadar bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir-
 
            Tekrar ettikçe daralıp - genişliyor insan! Çokça tekrar ediniz. Zira bu tedirginliğe ve ümide hepimizin ihtiyacı var.
 
                                                         
 
            Tüm ibadetler bir haddini bilmedir esasında. Namaz kılmak “ Bak, ben geldim huzurundayım yine, ihtiyacım var bu duaya kabul et ne olur, geri çevirme” demek mesela. Ve oruç tam bir tutulma tam bir haddini bilme. Varlığın içinde yokluğa talip olma...Bedeni ve ruhu amansız bir terbiye...Ne mutlu haddini bilenlere, ne mutlu haddi aştığında “üzgünüm” diyebilenlere...
 
                                                          
“Her türlü ölçünün dışına çıkan, ezici büyüklükte olan şey duyuları aşar”der Kant. Gerçi Kant bunu estetik ve ahlak kavramlarını ayıran bir durum için zikreder ama çok seviyorum bu tespiti. Allah biliyor ya, beni aşan çok şey var şu dünyada. Doğal olmayan, yüksek, büyük, şaşalı ne kadar yapı ya da “görgüsüzlük” varsa beni aşıyor. Hissedemiyorum. İslam, yüceliği yükseklikte aramaz diyorum da işte...
 
Bu şehrin küçük ve ille de su kenarında konuşlanmış camilerinin meftunuyum. Salacak’ta Şemsi Paşa Camisi’nin avlusunda hemhal oldum o gelip insanı serseme çevirip hiç acımadan gidiveren yaz yağmuruyla. Arsızca dibine konuşlanmış kafeye inat hoparlörlerden yükselen Kur’an... yağmurun dalgalarla karışan sesi... hiç bitmesin istedim...Aziz Mahmut Hüdayi Efendi’nin dizleri dibinde ki yokuşta oturduğumuz yıllarda canım acısa soluğu burada alırdım ve hep bulunurdum, hiç sıra dışı olamadım ki...Tabi yeni sığınaklar edindim yıllar içinde ama epeydir ihmal edilmiş bir yaren gibi baktı o hüzünlü taş kuyu. Haklıydı ya neyse...
 
             Şemsi Paşa’da yapılan restorasyon çalışmaları sırasında çıkan bir levhada şöyle yazar;
“Ya ilahi son nefeste şems-i biçarenin cürmüne kılma nazar...”
            Hani yaradana duyduğumuz eşsiz sevgi ve sadakatten aldığımız güçle ve cürmümüze nazar edilmeyeceğini umarak cennetine kabul edilmeyi ümit ediyoruz ya. Ve hani inci-mercan köşklerden, atlas–libas kıyafetlerden bahsedilir ya cennet tasvirlerinde. Umarım haddi aşmak sayılmaz ama o gün o avluda bu yüzü kara şöyle dua etti “ eğer cennetin kokusunu tadanlardan olabilirsem şayet ne olur ahşap, küçük ve ille de su kenarında bir yer dilerim, inci- mercan köşkler hak edenlerin ve sevenlerinin olsun”
 
                                                              
            İnsanın içinde kalanlar dışına taşanlardan daha bir şık acıtıyor... Eksilirken gün be gün sanki bir çığ büyüyor yürekte... Dopdolu gidiyoruz hasılı...
                                                              
             İnsanların gözlerini görmeden konuşamayanlardanım. Alet-edevatı muhatap alamayanlardan. Söz kulağa değil göze söylenir derler ya. Allah Resulü biriyle konuşurken yalnız gözüyle ve yüzüyle değil tüm vücuduyla dönermiş mesela... Nasıl denir, yoksa gözünde söz izi var! Ya da nasıl bilinir, gözlerde ki saklanamayan hakikat...
 
                                                             
LAL :
 
Dipte, en içeride bir nehir akar kimseler bilmez ve dokunamaz. Kapanmış görünen yarada ki sızıyı sezenler sargı bezi içinde unutulmuş bir yarayı da ve saklısında kalmış ne kadar şey varsa tarifsiz, görebilir belki kim bilir. Dinmeyen bir acının göç sesleri sağır edebilir insanı... Mümkündür dinmesi belki bir gün. Nasip... Kendi ellerimizle seçtiğimiz “hüzünler” yaşadıklarımız değil mi en nihayetinde...
Yazarın Yazıları