Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 14/04/2012 00:11
  • 13.294

Kalbi sökülmüş bir çağda yaşıyoruz sanki. İnciniyor –incitiyoruz, üzülüyor -üzüyoruz. Ve en değerli olmadan açıklanamayacak biçimde yaşayıp gidiyoruz. Yerine yakışmayan biblolar gibi oradan oraya gezdirilip duruyoruz. Biçilmiş hayatları öyle güzel giyinip kuşanıyoruz ki nerede bitiyoruz entari nerede başlıyor belli değil. İhtirastan,bencillikten kurtarabildiklerimizin üzerine “yangında ilk kurtarılacaklar” yazıp dosyalamış gibi hiç kullanmadan öylece sahip olmaklığımızla yetiniyoruz.

 
Yok oluşlar içinde tek başına var olabilmenin hazzını ah bir tadabilseydik. Yekpare durabilseydik dalgaların önünde, bu kadar avare olur muyduk? Ve “yaşamak” kullanılmamış yetenekler arasında yer alır mıydı hiç? Allah’ın bahşettiği kullan(a)madığımız ne çok şey var biliyor musunuz? Buyruğu bilmenin ağır yükünü sadece ağırlıktan kamburlaştıkça fark edişimiz ne garip.
 
Varlığımız en müşahhas örneğiyken “Var olanın” sahte profillere niye ihtiyaç duyar olduk. Niye sadece “biz” olmak tatmin etmez oldu. Ya renksiz ve fuluğ yada olabildiğince janjanlı hediye paketi gibi dolaşıyoruz. Ve aykırı görünen ne varsa bu tabloda keskin ve görünmez baltalarla saldırıp yok ediyoruz.
 
Çok güzel söylemler, teoriler üretiyoruz pratiği olmayan. Teamülü olmayanın varlığı ne işe yarıyor açıklayamadan kuru sıkı atıyoruz işte. Süslü kelimeler, biraz cilalı görünüş yetip artıyor bir şeye benzemek ya da saygınlık için. Muhteviyata bakan kaç kişi var ki vitrin güzel olduktan sonra. Bir de papağangiller (copy paste) var. Bir gölge gibi başkalarının cümlelerinde, fikirlerinde sinsice dolaşıp dolanıma katılan. En modern hırsızlar.
 
Başarının peşinde öyle koşturuyoruz ki nefes nefese, yolda düşürdüklerimizin farkına bile var(a)mıyoruz. Oysa yolda kaybettiklerimiz değerlerimizdi. Ve hedef biz yaklaştıkça uzaklaşan bir kabus gibi çörekleniyor hayatımıza. Sahi hedefleri kim belirlemişti? Başarının kriterleri kimlerin elinden çıkmıştı?
 
Yürüyüşümüz, koşuşumuzu baltalıyor. Bu garip hal, duruşumuzu yok ediyor. Oysa duruşu söze gerek bırakmayan birileri yaşamıştı önceleri. Yıldızlar gibi kayıyorlarken tutamadık, karanlığın eline mi düştük? Ve biz kendi hikayemizi el yordamıyla mı yazıyoruz?
 
Okumuyor, okunmuyoruz...
 
Bu kalbi sökülmüş dünyada uzağı olmayan insanlar lazım bize. Her yüreğe girebilecek, daha çok yaşayamadığı için değil daha çok yapamadıklarına üzülecek.
 
Som insanlar lazım... Yürüyüşü ve duruşu özgün. Kalbinin iman ettiğine aklının da iman ettiği. Defoları da olsa, saf olan insan... 
 
 
 
LAL                                                       
 
Gözleri yanarak söz söyleyenler vardır hani... Sevilebilir yalnızlıklar, ayrılıklar, gitmeler vardır... Çok bereketli günler vardır, gün doğurur durmadan... Aşkın adaleti, ataleti olur mu? Çok düşünmüşlüğüm var bu konuyu. Bir hiçe saplanıp çıkamamak... Öylece kalakalmak, elinde yüreğin, avuçlarından kan sızar... Sade ve sadece sevebilmek bir eylem. Ama eylemin ötesine taşımak fazlasıyla yüksek bir talep. Ram olmak bir başka hayata..
Yazarın Yazıları