Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 18/11/2012 23:11
  • 22.213

Sürekli, kendisinden sonra gelen nesli eleştiren insanların onları yetiştiren nesil olduğunu unutmasını hep ‘hayranlıkla’ izlemişimdir. İnsanlığın gelebileceği noktayı işaret eder bana. Ve korkarım bu bilgi çağında fazlaca bilmekten kaybedilecek ilk nesil gözlerimizin önünde, kendi ellerimizde büyüyor.

 
Her şey ölçülü olduğunda kıymetlidir. Ölçü; kıymetin en önemli göstergesidir esasında.
Her çocuk bir nesli oluşturan yapı taşıdır ve verildiği ailede, yaşadığı toplumda olgunlaşır. Ama şu olgunlaşma meselesine takılıyorum. Zira; profesyonel mutfaklarda hamların pişerken yandığı bir zamandayız. Dibi tutanda kokuyor haliyle. Lezzeti kaçmış oluyor.
 
Çocuklarıyla kaliteli zaman geçiren” bir kitlemiz var, ne demekse artık.
Ve “benim çooocuğummm...” diye başlayan, bu geçirilmiş kaliteli zamanların bitmez tükenmez bildirileri.
 
Aile, çocuğunu top havuzuna yada oyun parkına depozit ederek kaliteli alış veriş yapıp, entelektüel sohbetlerin edildiği nezih yemekler yiyebiliyor mesela..
 
Ya da çocuğunu parka götürüp itinayla kaydırağın merdivenlerinden çıkartıp, oturtuyor. Ve ellerini çocuğun üzerinden hiç çekmeden kaydırıp, bir çırpıda kaydırağın karşısına geçip çocuğunu alkışlarla karşılayabiliyor. Sonrada “benim çocuğum ayakkabısını bile tek başına giyemiyor” diye hayıflanıyor.
 
Ve günümüz çocuğu, her yaptığı davranışı, söylediği sözü “öz güvenini” desteklemek amacıyla alkışlanan birer küçük star oluveriyor kendi çapında.
 
Bu kaliteli projelere hep en iyi, en başarılı, en zeki, en güzel örneklenerek “en”lerin formatı atılıyor bir şekilde.
 
Ve hayatları hiçbir boşluğa yer kalmayacak kadar doldurulan çocuklar, ailelerine çok çeşitli meziyetlere sahip olmanın haklı gururunu yaşatıyor şüphesiz.
                                                                 
Gözlemlerim beni yanıltmıyorsa ciddi bir kavram karışıklığı ve hatta bilginin “bilgeliği” yok ettiği bir ahvalde olduğumuzu düşünüyorum.
 
Çocuğunu korumayı bodyguardlık  zanneden ebeveynler var mesela. Sokakta yada okulda girdiği bir kavgadan bile tek başına çıkamayan çocuklar var. Çocukça kavgalara ailelerin müdahil olması belli bir heyecan ve ‘kalite’ katıyor denebilir gerçi.
Düştüğünde, onu düşüren, canı yandığında; canının yanmasına sebep olan; oyuncak, sehpa, kapı, duvar... suçlandığı için. Hayatta hiçbir şeyin sorumluluğunu almayı bilmeyen, ‘kusursuz’bireyler hasıl oluyor.
 
Özel alan sınırını çizmesine hiç izin verilmemiş çocukların varlığı da bir gerçek. Oysa her bebeğin ailesinden sınırlı bir uzaklaşma alanı vardır ve o sınırı aşmayıp geri döner. Lakin çocuğunun arkasından hiç ayrılmayan bir anne bunu yok eder. Onları evlatları kontrolsüz bir şekilde hiç ardına bakmadan umarsızca yürüyüp giderken, arkasından canı çıkmış bir şekilde koşturan annelerinden tanırsınız.
 
Her şeyi olan, ama bir türlü doy(a)mayanlar da geleceğin bir türlü mutlu edemeyeceği bireyleridir.
                                                           
Hasılı, sanki ulu bir ağaç gölgesinde kalmışta gelişememiş fidanlar gibi duruyor fazlaca korunmuş ve kollanmış evlatlar.
 
Hırstan gözü dönmüş başarılı çocuklar mevcut. Zeki ama edepsiz, güzel fakat sorunlu...
 
Merhametsiz ve yavan. Sevmeyi sahip olmak, ukalalığı özgüven zanneden veletler paşalık makamının keyfini sürüyor.
 
Dozu kaçmış “ödüllendirme” sisteminin kurbanları da, almadan vermeyi bilmeyen ve çıkarcı tipler oluveriyor.
 
Çok sevdiğim bir şair olan İbrahim Tenekeci “insanlık, ince işçilik ister” diyor. Kim tersini iddia edebilir ki? Alabildiğine eğitilmiş ama insani hasletleri gelişmemiş çocuklar dikiliyor karşımıza.
                                                  
Gezmek için AVM’lere götürülen bir çocuk; toprağı çamur ve pislik olarak bilirken ve nebatatla kurduğu ilişki peyzaj parçası olmaktan öteye gitmemişken hangi teorik bilgiyle dünyayı sevip onu korumaya cehd eder.
 
En iyi meslekleri değil de, sahip olduğu mesleği en iyi şekilde yapan bir insan yetiştirmek niye bu kadar ürkütüyor ki insanları. Bazı insanlar mesleklerini yüceltirken bazı insanları da meslekleri yüceltir. Toplumda yer kaplayan insanlardan şikayet ederken, biraz bunları düşünüversek ne iyi olur.
 
Zevki, gelişmemiş, özgünlüğü olmayan hayatların sorumlusu, büyüdükleri ellerden başkaları değildir de kimdir? Suçlanan tüm o alet edevat, bila-istisna çağın suçluları, hiç biri çekirdeği çıkarılmış aile kadar suçlu değildir bana kalırsa...
                                                              
 
Bilirkişi olmadan sorunlarına çare bulamaz, karar alamaz hale gelen insanlığı gördükçe;                                                
vücutları birleşmiş ama ruhları yalnız insanların aralarında irtibat kuran bir vasıta acaba hiç olmamış mıydı? diye düşünmeden edemiyorum.
Takati tükenmiş bir hayatın vaat ettiği ne olabilir gelecekten?
 
 Ve insan üzerine düşünmeye başlamış bir insandan ne zarar gelebilir ki?
                                                    
                                                             
LAL:
Hayatın kendisine yeter bir manası var mıdır? Kelimelere saplanmadan manayı aramak en az inanmış bir ruhun bilgeliğini ister. Manayı hayatın dışında ve bazen tam içinde aramalı. Ete ve kemiğe karşı zafer kazanmak; manayı elde etmekle mümkündür. Ve elde ettiğiniz, belki de kendinizden vazgeçmeyi gerektirir.
Yazarın Yazıları