A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 06/06/2011 00:11
  • 11.645

Yazı başlığı olan âyet-i kerime, aslında siyasi konumumuzu da belirleme metodolojisidir.

Aktüalitesi nedeniyle ve çok-çok önemli olduğu için, bu konuyu bugün irdeleyeceğiz:

Sınav gereği, Hz. Adem A.S.’dan bu güne kadar, tüm insanlık âleminde, çok farklı inanışlar ve farklı görüşler olagelmiştir. İnsanların bir kısmı, şu akıl almaz tabiat olaylarının tesadüfen olamayacağını akıllarıyla idrak ederek, olaylar üzerinde müessir olan “o Fâil kudret”i yani“Yüce Yaratıcıyı” aramış-durmuş. Bazıları olağanüstü enerji kaynaklarını, ya da tabiat olaylarını “o fâil Kudret” sanmış. Kendilerine bahşedilmiş olan nimetlerin şükran borçlarının, Güneş’e, ateşe, nehre veya bir takım sembolik putlara ödenmesi gerektiğine inanmışlardı. Bir kısım insanlar da şeytanın ve nefislerin telkinleriyle, hiçbir şeye inanmadan günlerini gün ederek, ömür sermayelerini tüketivermişler. Hattâ paraya, mala-mülke, şöhrete, makamlarına veya unvanlarına tapar olmuşlar. Bu avantajları kendilerinden veya sebeplerden bilip, Yaratıcıyı hafife almışlardır. Yani başka bir âyet-i kerimeye göre, kendilerine zulmetmişlerdir. (Hûd S. 101 ve Talâk Suresi, 1. Â.)

  • Bir takım bahtiyar insanlar ise Yüce yaratıcı tarafından gönderilen Peygamberlere inanarak, onların getirdiği suhuf veya Kitaplara göre hayat sürmüşler. Onların da ömür sermayeleri bitince, şu fani dünyadan huzurlu ve mutlu olarak göçüp gitmişler.

Global bir değerlendirme ile ve özetle; insanlık âlemi öncelikle ‘İNANANLAR ve İNANMAYANLAR’ olarak ikiye ayrılırlar. Detaylandırmalar ise daha sonra gelir.

Şu dünya hayatı bir ‘SINAV YERİ’ olduğu için, ömür sermayelerimizi kullanımdaki isabet derecelerimiz, Mahkeme-i Kübra’da çok net belirlenecek ve kazanımlarımıza göre ebedi bir karşılık göreceğiz. Bu karşılık, yâ ebedî Cennetler veya Cehennem olacak…

*

Bu kısacık girizgâhtan sonra, gelelim yazı başlığı olan konumuza:

Siyasi konumumuzu belirlemede; ezanın susturulduğu, Allah demenin suç sayıldığı, Kur’ân okuyanın cezalandırıldığı, çok değerli İslâm âlimlerinin bile acımasızca asıldığı o tek parti döneminde; hem fiilî ve hem psikolojik baskılar nedeniyle, halk iradesi sandığa maalesef hiç yansımıyordu. Çünkü her seçim, gardiyan gibi dolaşan CHP’li zabıtaların gözetiminde “AÇIK OY ve HALKTAN GİZLİ SAYIM” sistemiyle yapılıyordu. Tâ ki 1946’da 66 milletvekili ile meclise girebilen DP itirazıyla, 14 Mayıs 1950 de başlatılan “gizli oy-halka açık sayım” sisteminin ilk seçiminde o günkü DP 408, CHP ise sadece 69 milletvekili ile meclise girinceye kadar…

Düşününüz ki, aşırı bir baskının olduğu bir dönemde, oy verme işlemi açıkta (yani, şimdiki gibi kapalı kabinde değil) aç kurtlar gibi dolaşan siyasîlerin tehditkâr ve kamçılayıcı bakışları arasında yapılıyor. (Yani; şimdiki Güneydoğu, Kızıltepe seçimlerindeki PKK baskıları gibi.) Oy sayımı ise halktan tamamen GİZLİ bir yerde ve o tek parti zihniyetliler tarafından yapılıyordu. Bu nedenle de seçim sonuçları önceden de net belliydi. Böyle bir seçimde, sandığa halk iradesi yansıya bilir mi hiç?...

  • 1950 Seçimlerinde halk, 31 yıllık bu gidişe DUR dedi. Her şeye rağmen ‘dînî inançlarına biraz olsun müsamahakâr olan’ bir iktidar çıkardı.

Fakat lâikliği yanlış yorumlayan ve sürekli dîne ve dindarlara musallat olan o mâlum zihniyet, bunu bile hazmedemedi. 31 Yıllık saltanatları döneminde, önemli kurumlara yerleştirilmiş olan etkin kadrolarını kullanarak, ekonomi yönünden tam düze çıkıldığı ilân edildiği bir zamanda, 27 Mayıs ihtilali ile meşrû halk iktidarını katlettiler. Düzmece bahanelerle, gerçekte ise “ezanı asıl hüviyetine çevirdiği için”, % 52.68 oy ile iktidara gelen başbakanını ve iki bakanı, haksız yere zalimce idam ettiler. Böylece gayrimeşrû bir şekilde yeniden iktidar oldular. Sıkıyönetim ve askeri yönetimle, o acımasız baskılara yine devam edildi.

İlk seçimlerde, halk yeniden sivil bir yönetimi iktidar yaptı. Bu minval ile düşe-kalka (birkaç acı darbeyle de olsa) bu günlere gelindi. Dîne, inanca ve demokrasiye karşı olan o zihniyet, bu günlere kadar hiçbir seçimde halktan yüz bulamadı ve yarım asırdan fazla zaman, muhalefete mahkûm edildi. İşte; onların hedefi yine Yüce Dinimiz olduğu için, seçimin arifesine bu konuyu seçtim…

Devam edelim: Seçim yoluyla asla iktidar olamayacağını anlayan o malûm zihniyet, gizlice;“derin devlet, encümen-i dâniş ve ergenokon entrikaları ile” güçlü iktidarlara hep engel oldular. Çünkü, zayıf iktidarları da, koalisyonları da istedikleri gibi yönetiyorlardı...

  • Vaktâ ki bu halk kendisi için kazılan çukurları ve hazırlanan bu tuzakları, çok geç de olsa fark etmeye başladı. Küçük partilere oy vermekle, iç ve dış düşmanların ekmeğine yağ sürüldüğünü idrak etti. Kusurları ve eksikleri ile birlikte muhafazakâr bir partiye yüklendi ve 2002’de 177’ye karşı 365 milletvekili ile iktidar yaptı.

  • Bu güzide halk, gelişmeleri izledikten sonra bir sonraki seçimde, bu kadroya çok daha fazla güven duyarak oy oranını %46.66’a yükseltti.

Bu arada halktan ümidini iyice kesen, o malûm şer zihniyet boş durmuyordu. Ana muhalefetin (!) çağrılarıyla; Sarıkız, Ayışığı, Eldiven, Yakamoz, Balyoz, v.d. gizli isimlerle “masum halka DARBE” yaparak, “zoraki iktidar olma” girişimlerinde bulundu. Ancak yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. (Yargılanma süreci nedeniyle, bu konuyu bu kadarla geçiştirelim.)

  • Eğer halk 2002 ve 2007 seçimlerinde, onların iftiralarına, yalanlarına, karalamalarına ve de gazına gelip, yine bölünseydi, bugün hükümet yapısı aşağıdaki gibi olacaktı. (Mynethaber’in, haber merkezinden aynen iktibas ediyorum.)

M. Birlik Komitesi Bşk. ve Devlet başkanı: Şener Eruygur. M.B.K. üyeleri: Hurşit Tolon veİlhan Selçuk. Başbakan: Sinan Aygün. Adalet Bakanı: Kemal Kerinçsiz. Sağlık Bakanı:Turan Çömez. Milli Eğ. Bakanı: Kemal Gürüz. Gençlik ve Spor bakanı: Fikri Karadağ.Devlet Bakanları: Doğu Perinçek ve Tuncer Kılıç. Sanayi Bakanı: Mustafa Özbek. Emniyet Müdürü: İbrahim Şahin. Mit Müsteşarı: Levent Ersöz. Diyanet İşleri Başkanı: Hüseyin Görüm. YÖK Başkanı: Kemal Alemdaroğlu. AYM. Başkanı: Sabih Kanadoğlu. Birinci Ordu Kom.: Yüzbaşı Muzaffer Tekin. CHP Genel Başkanı: Tuncay Özkan. Muhalefet Parti Lideri:Mustafa Balbay. Sultanbeyli Bld. Başkanı: Doğu Silahçıoğlu. Devlet Tiyatroları Gn. Müdürü:Nurseli İdiz. Ve daha neler neler… (Haberlerden.) Evet, Allah c.c. esirgesin, değil mi?...

Bütün bunlar su yüzüne çıkmışken, hatta mahkemelerde çoğu itiraf edilmişken, aynı zihniyet utanmadan yine el-ele verdiler. Siyasi kanat; “camilerimizi bombalamayı, nur dershanelerine silâh veya esrar yerleştirerek yakalatmayı, müze denizaltı’da masum ziyaretçi çocukları havaya uçurmayı, Yunan jetini düşürüp hükümetimiz ile Yunan’ı kapıştırmayı ve birçok sinsi planları programlarına alan” ETÖ sanıklarına kol-kanat açtılar. Ve onların avukatlığına soyundular. Hattâ bir kısmını kurtarabilmek için, (darbe anayasasının kanun boşluklarından yararlanarak,) partilerinde milletvekili adayı yaptılar. Değil mi?...

  • Saygıdeğer dostlar: Buraya kadar biz; çeşitli entrikalarla, halk pasifize edilerek yaşatılan acı gerçekleri ve halkın “bölünmekle gördüğü zararlarla irkilerek” uyanışından sonrasını, objektif olarak ve belgeleriyle özetledik.

  • Bu tablo karşısında, alnı bir defa bile olsa secdeye gelmiş âkil kişilerin veya demokrasiye, hak ve adalete zerre kadar inanan insanların, o malûm zihniyete meyledebileceğini, yani oy verebileceğini hiç düşünebiliyor musunuz?...

Hele-hele şu yazı başlığı olan emr-i İlâhiye bakınız: “..Bir de, sakın-sakın zulmedenlere meyletmeyin, sempati bile duymayın. Yoksa size de ateş (Cehennem) dokunur. Aslında sizin Allah'tan başka yardımcınız yoktur. Sonra O’ndan da yardım görmezsiniz.” Hûd Suresi, 113. âyet. (Prof. Dr. Suat Yıldırım mealinden.)

Ayrıca; bu zihniyetin karşısında dimdik ve güçlü kalabilmek için, küçük partilere (hiç olmazsa bu kritik dönemde) asla itibar edilmemelidir. Değil mi?...

Bu haykırışlarım asla siyasi değil, tamamen objektif ve îmânîdir.

Araştırmacılığın gereği de, sadece gerçekleri sergilemektir. Bundan sonra takdir sizin…

Yazarın Yazıları