Bilgehan Murat MİNİÇ
  • 13/08/2021 Son günceleme: 13/08/2021 09:12
  • 6.087

Zor günler yaşıyoruz. Yalnızca millet olarak değil, bütün insanlık zor zamanlar geçiriyor. Doğal afetler insanlığı kasıp kavururken, ülkemizde bundan nasibini aldı.

Günlerce süren yangınlar ülkemize çok büyük zararlar verdi. Birçok canımızı kaybettik, ormanlarımız, evcil ve ormanda yaşayan birçok canlı türü zarar gördü. Tam yangınlar bitiyor derken, bu kez de Karadeniz’de yaşanan seller bizleri üzdü. Yine canlarımızı kaybettik. Yine üzüldük, yine içimiz yandı görüntüleri izlerken… Allah beterlerinden saklasın.

Doğal afetleri önlemek diye bir şey söz konusu değil, ama afet sonrası riskleri azaltmak, kayıpları hafifletmek önceden alınacak tedbirlerle mümkün. Ormanda yangınları engelleyecek tedbirleri almak, erken ve yerinde müdahale ekip ve ekipmanlarını yangın mevsiminde yangın bölgelerinde hazır bulundurmak, dere yataklarına ev yapmamak, suyun akacağı güzergâhı kapatmamak vb. işler. Tabii her şeyin başında doğal dengeyi tahrip etmemek geliyor. Sahil yörelerinde meşhur bir söz vardır, denizi doldursanız da deniz bir gün yerini geri alır. Tabiat da böyledir, yapılan işler de bu gerçeği unutmamak gerekir.

Memleketimiz deprem kuşağında ve afet riski de yüksek. Bu yüzden devleti yönetenler, gerekli tedbirleri almak ve gerekeni yapmakla yükümlüdürler. Şu da bir gerçektir ki; tıpkı doğal afet riskleri gibi, geleceğimizi ve toplumumuzu tehdit eden sosyal problemlerle de karşı karşıyayız. Nasıl ki devletimiz bu doğal tehlikelere karşı önlem alıyorsa, sosyal dokumuzu tehdit eden risklere karşı da önlem almalıdır. Şüphesiz bu risklerin başında mülteciler sorunu geliyor. Maalesef doğal afet bölgelerinde olduğu gibi, bu konuya da gerektiği kadar hassasiyet gösterilmediği yaşanan hadiselerde belli oluyor.

Türk Milleti merhametli bir millettir. Zor zamanda mazluma sahip çıkar, yardım eder. Yaklaşık 10 yıldır Suriye savaşının mağdurlarına da, dünyanın çeşitli bölgelerindeki mazlum halklara sahip çıktığı gibi sahip çıkmıştır. Vatanımızda milyonlarca insanla, Afganlı, İranlı, Gürcü, Suriyeli, Afrikalı demeden ekmeğini aşını bölüşmüş, hamiyet göstermiştir. Fakat milletin bu güzel hasleti, suiistimallere mahal vermemelidir. Her devletin birinci vazifesi, önce kendi çocuklarının emniyetini, iaşesini, eğitim ve geleceğini temin etmek, ileride milli güvenlik sorunu teşkil edeceği aşikâr olan konularda gerekli önlemleri almaktır.

100 bin mülteci sınırı koyduğumuz ve sınırlarımızı kapatacağız dediğimiz Suriyeli sığınmacıların sayısı bugün 5 milyonun üzerinde. Diğerleri bu boyutta olmasa da her gün sayıları artıyor. Üstelik bu sığınmacılar ülkemizin en merkezi yerlerinden en ücra köşelerine kadar her tarafa yayılmış durumdalar. Neredeyse her mahallemizde artık bırakın ucuz işçiliği esnaf oldular. Ülkemizde nasıl bir dağıtım ağı kurulmuşsa artık düşünün, Suriye ve Afganistan üretimi mamuller bu dükkânlar da satılıyor. Kendi gettolarını kuruyorlar, kendi dillerinde kendi para birimlerinde ve ülkemizin göbeğinde kendi geldikleri yerlerde yaşadıkları gibi yaşamaya devam ediyorlar. Belki de çok daha rahat…

Böyle bir rahatlığa hiçbir devlet müsaade etmez. Avrupa eğitimli, donanımlı, lisan bilen hazır beyinleri alıp diğerlerini sınırlarından sokmuyor. Onlara da kendi standartlarına uyma ve uyum mecburiyeti getiriyor. Uzun yıllardır Myanmar Arakan mültecilerini ağırlayan Bangladeş devleti bile COX BAZAAR eyaleti dışında Arakanlı kamplarına ve yaşamına müsaade etmiyor. Biz ise tıpkı dere yataklarına kurduğumuz ilçeler gibi, göz göre göre bir gün bir sosyal selin gelip bizden neler götüreceğini düşünmeden bekliyoruz. Milletimiz inancından ve merhametinden ötürü kardeşlerine yardım etmeyi kesmeyi kendine yediremez. Ama devleti yönetenlerin görevi, her gün yaklaşan deprem tehlikesine nasıl hazırlık yapmamız gerekiyorsa, sosyal tehlikelere karşı da vatandaşını koruyacak tedbirleri almasıdır. Elbette hiçbirini çıkarılan savaşlardan, dökülen kan ve gözyaşından sorumlu tutamayız. Hele de masum çocukları… Memleketlerine dönüşleri bile can ve mal emniyeti mutlaka temin edildikten sonra sağlanmalıdır. Fakat ne olursa olsun bu kadar kontrolsüz ve rahat olmaları hayra alamet değildir.

Etle tırnak olduğumuz, hala kız alıp kız verdiğimiz, aynı kaderi paylaştığımız, bizce hem din hem kan bağımız olduğu şüphesiz olan Kürt kardeşlerimiz (sayıları azımsanmayacak kadar) bugün ayrılıkçı, bölücü bir hareketin propagandası ile yerinde duramıyorsa, gün geçtikçe çoğalan, fikrini zikrini (dilini) bilmediğimiz (içlerinde İŞİD-el Nusra vb örgüt ve fikirlere yakın olması muhtemel) insanların 15 20 yıl sonra bizlere neler yaşatabileceklerini bir düşünmekte fayda var derim.

Zor günlerde birlik beraberlik çağrıları kadar, akl-ı selime de ihtiyacımız var. Vesselam…

Yazarın Yazıları