Muharrem ERGÜL
  • 28/12/2016 Son günceleme: 28/12/2016 18:48
  • 9.029

Zeytindağı. Arapların deyişiyle Cebel-ez Zeytun, Kudüs'ün tepesinde bulunan ünlü tepe.

Tevrat, İncil ve çağdaş edebiyatta adı kendinden daha büyük olan tepe. Burası hem Müslümanlarca hem Hristiyanlarca hem de Yahudilerce kutsal bir öneme sahiptir.

Yahudiler ayrıca bekledikleri Mesih'in Zeytindağı üzerinden Kudüs'e ineceklerine inanırlar. Hristiyanlar ise Barnabas İncil'inde Hz. İsa'ya peygamberlik görevinin Zeytindağı'nda verildiğine inanırlar.

Bazı İslami kaynaklar ise Sır'at Köprüsü'nün Kidron Vadisi ile Zeytindağı arasında kurulacağından bahsederler.

Doğrudur, yanlıştır, rivayettir bilemem ama söylenilen bunlar.

Ayrıca biliyoruz ki, bizim inancımızda Kudus ve çevresi dolayısıyla Zeytindağı kutsal bir yere sahiptir, değerlidir, kıymetlidir.

Hatta malumunuz ilk Kıblemizdir.

İttihat Terakki Fırkası'nın üç önemli muktedir paşasından biri olan Cemal Paşa Kudüs'ü de içine alan bölgeye 4. Ordu Komutanı olarak Kasım 1914'te atanır.

Cemal Paşa'nın özel kalem müdürü olan Falih Rıfkı Atay; Filistin, Irak ve Suriye'deki Cemal Paşa'yla ilgili tanıklıklarını "Zeytindağı" adlı ünlü eserinde anlatır.

Bugün Ortadoğu'da olup bitenleri daha iyi anlamak için, biraz o döneme bakılmasının faydalı olabileceğini Zeytindağı'nı bir kez daha okuduktan sonra fark ettim.

Hangi hatalar ve hangi politikalarla o mukaddes beldeler elimizden kayıp gitmişti.

Bugün Ortadoğu'da at koşturan bütün güçler dün de aynı kimlikleriyle Osmanlı'yı parçalamanın derin hazzı içindeydiler.

Aynı güçler, domino etkisiyle Türkiye'yi nasıl daha güçsüz kılarızın gayreti ve telaşı içinde alabildiğince saldırmaktadırlar.

Ancak ve ne yazık ki, tarihsel tecrübeden yararlanmasını bilmezsek, muhteris aktörlerin tuzağına düşmemiz kaçınılmaz olacaktır.

Lafı çok dolandırmadan sözü Zeytindağı kitabına ve Falih Rıfkı Atay'a bırakayım.

"Şam'da ölenlerin hikayelerini rahmetli Nureddin'den dinlemiştim.

Şu dört hikaye kalbimi yırtmıştır. Şefik El Müeyyed'in sakalı beyaz ve uzundu. Asıldığı zaman görünüşü acıklı olacağını düşünen Şamlı jandarma zabıt katibi, elleri arkasına bağlı gömleğiyle hükümet merdivenlerini inen mahkumu birden tutmuş, cebinden çıkardığı makasla sakalını kırpmıştı. Bu cinayetli ilgili bu davranış, Arap davasının eğer varsa, bütün haklı ve iyi taraflarını bana unutturmuştur."

Bu diğer hikaye.

"Sinirli olan Cezayirli Ömer idam iskelesine çıkarken bağırıp çağırıyordu. Aşağıdan biri;
- Sus mesul olursun, dedi.
Ömer korkudan bir şey diyemeden asılmıştır.
"

Üçüncü hikaye,

"Bir hristiyan olan Refik Rızık Sellum gerçek bir idealistti. Ölümü güleryüzle karşılamıştı.

En son o idam edilecekti. Kendinden önce idam edilenler soğuk birer ceset olmuşlardı. Refik meydanın bağına geldiği vakit, baş idam sehpasına bakmış, gülümseyerek,

galiba yerim orasıdır, demişti."

Dördüncü hikaye,

"Yusuf Hani, boğazına ip takıldığı zaman bile ölmekte olduğuna güç inanlardan biriydi.

Şık, zengin, keyfi yerinde, yazı Avrupa'da kışı Beyrut'ta geçiren Suriyelilerden biriydi. Savaş başlayınca erken davranamadığı için Beyrut'ta kalmıştı.

Yusuf Hani, milliyetçi olduğu için Türk düşmanı değildi. Türk düşmanlığı moda olduğu için öyle görülüyordu. Takındığı bu sıfat boynundaki kravattan daha önemsizdi.

Bir gün kumar masasında Yusuf Hani'ye bir kağıt getirip imzalatmışlardı. Divan-ı Harp imzaladığı bu evrakın bağımsızlık beyannamesi olduğunu kendisine anlatıncaya kadar, Yusuf Hani'ye ne imzalattığını bilmiyordu.

Aman diyordu beni bırakınız. Zenginim güzel bir karım ve çocuğum var. Oyundan ve zevkten başka bir şey peşinden koşanlardan değilim. Bu benim imzam olabilir. Fakat nasıl anlatayım imzamı bir poker fişi gibi atıvermişim."

Rahmetli Nureddin Şam'a geldikçe bu adamların hikayelerini naklederdi.

"Bütün esvaplarını hapse getirtti. Bir gün pantolonunun kenarını ütüsüz görmedim. Her sabah kendine çeki düzen veriyor ve tahliyesini bekliyordu. Yusuf Hani'nin Arapçılığı denizde damla kadar değildi."

Beyrut'ta Cemal Paşa, evinin merdivenlerinden inerken güzel ve siyahlar giymiş bir kadın, yanında çocuğu ile kendini karşılamıştı. Çocuk elindeki çiçek demetini kumandanın ayağı altına atarak,

-Babamı bağışlayınız, diyordu.

"Kumandanın o gün gözlerinin yaşardığını ve titreyen çenesini güç tuttuğunu görmüştüm. Çünkü bu siyahlı kadın, evine dönerken, meydanın bir köşesinde, sevdiği kocasının soğumuş beyaz cesedini görecekti."

Kim kimi niye idam sehpasında sallandırmıştı? Bunun sonucunda bölge top yekün ayaklanmış ve malum son sınırları cetvelle çizilen ülkeler ortaya çıkmıştı.

Lübnanlı Hristiyanlar Fransız dostu, Lübnanlı Müslümanlar İngiliz taraftarı olmuş. Beyrut Arapları Fransızları sevmiş, Ortodoks Araplar Rusya'ya bağlanmıştı.

Oysa bunların hiçbirisi Osmanlı bayrağından daha şerefli değildi.

Ama olan olmuştu bir kere. Bölge kan gölüne dönmüştü.

Buradan çıkarılacak çok şeyler olduğunu düşünenlerdenim. 

Yazarın Yazıları