Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 07/01/2014 23:11
  • 8.949

İnsan, nerede duruyorsa oradan görür hayatı! 
Umduğumuz gibi gitmeyen tüm işlerimizi gidişatına bırakmak... 
Öğrenilmiş bir çaresizlik veya tevekkül...
Artık ne derseniz, durduğunuz yere bağlı.

Toplumsal ya da kişisel, yaşanılan her yeni durum, hadise ve dahi duygu bir duruş ve yöneliş gerektirir şüphesiz.
Realite kimsenin yanlış yerde durmayı seçmemesidir ama ne kadar kutsarsak kutsayalım kutsallaşmayan bir akılla beşeriz nihayetinde!
Kanarız, şaşarız, saparız, kayarız, düşeriz ve (inşallah) kalkarız da...

Ama her zaman doğru yerde durmaz insan keşke olabilseydi ama olmuyor yazık ki! 
İnsanlığın tarihi ne hazin hikâyeler barındırır ki keşke "tarih" denildiğinde " ibret" sözcüğü de yankılansa zihnimizde.

İnsanlığımızın gereği de doğruyu bulmak ise eğer; şimdi herkese yetecek kadar var olan boşlukları doldurmakla başlamalı işe...

"Hatasız kul olmaz" denir ya hani, 
"Hayâsız" da olunmuyor, bilmem anlatabildim mi?


Zaman, yaşam, -her ne ise - kendi kişisel doğrumuz üzerindeyiz biz. Doğrudan kastım çizgi, (yol da iyi bir metafor olabilir pekâlâ) bildiğiniz iki ucu açık bir çizgi tahayyül edin. Çizginin bir ucuna gelecek, diğer ucuna geçmiş diyelim. Tam ortası ise "an"dır. Mesela siz bu yazıyı okurken " an" dasınız oysa ben "geçmişte" yazmış olacağım ve yazdıklarıma katılıp katılmayacağınızın, beğenip beğenmeyeceğinizin bilgisi "geleceğe" aittir.

Biliyorsunuz. Geçmiş, yaşanılan ve bir daha ele geçmeyecek olan zamanı, gelecek ise henüz yaşanmamış, bilinmeyen zamanı simgeler. 
An ise az önce gelecek olan birazdan geçmiş olacak yegâne olmamız gereken yerdir. Yerinizden ayrıldığımız "an"da kaçırdığımız diyelim.

Modern psikoloji, geçmişe depresif, geleceğe ise kaygı deyip çıkıyor işin içinden. 

Demem o ki; önümüz gelecek, arkamız geçmiş demek yerine, kollarımızı iki yana kocaman açalım. Bir kolumuz gelecek, diğer kolumuz geçmiş olsun. Kafamız ve vücudumuz yaşadığımız an. Yüzümüzü, yönümüzü ne yana çevirirsek o tarafını görürüz anın ama geçmiş ve gelecekle irtibatı koparmadan demek isterim. 

Gelecek, elimizde olmayan yani " dua" ya tabidir.
Geçmiş, artık elden bir şey gelmeyendir ya hani, işte o " tövbe" ye dâhildir. 
An ise elimizde olandır ve " mukabeleye " şahittir.

Çok şükür, herkes ama herkes bu cendereye dâhildir ve bu bizim kendimizi ayrıcalıklı görüp yerleştirdiğimiz yerlerden aşağıya indiriverir...

Gelecek bir şekilde mutlaka gelecek ama biz karşılamayı becerebiliyor muyuz?


Bazen bildiklerimiz, bilmediklerimizi gölgeler. 
Ve gölgelerde kalanlar aşikâr olduğunda afallamamız bundandır.

Yaptıklarımız tamam ama yapamadıklarından da pişman olmalı insan!
Ve yapıp ettiklerimiz, yapacaklarımızın önüne geçmemeli...


Kime sorsanız hayatının amaçlarını sıralar bir güzel; öğretilmiş ve öğrenilmiştir çünkü.
Lakin " hayatınızın sebebi nedir" diye sorsak aynı hızda açıklama alabilir miyiz? Hatta bir cevap alabilir miyiz bilmiyorum.

Modernite bizden sebeplerimizi alıp amaçları(nı) bıraktı.
Ruhumuz tenha, hayatımız oldukça kalabalık yani...

Eğitilmiş bir çaresizlik bu!


İnsan, bağlanır. Bu onu güzelleştiren yerlileştiren bir durumdur da ama "bağlanmak" asla "bağımlı" olmayı gerektirmez.

"Bağ" irtibatı simgeler ama " bağımlılık" köleliği...

Bağımız bulunan insanları bir kalp atışlık mesafeden vurmayalım daha fazla. 

 
İnsanlığın geldiği şu halde ne haklılar ne de haksızlar kazanacak gibi görünmüyor. 

Haklı çıkmaktan korkanların kazanacağı vakitlerdeyiz zira...

Ki bu; iyi niyet, merhamet ve hüküm vermek de tereddüt gerektirir
Hele hele insanlar bu kadar net, hava bu kadar puslu iken... 

LAL:Ey gök! Kaç yüzün var senin? 

Yazarın Yazıları