Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
A. Raif ÖZTÜRK
A. Raif ÖZTÜRK

Yok, böyle bir İNKILAP

Öyle bir kavim vardı ki, halkının çoğunluğu her gün fıçılarla içki içiyorlardı. Kumarın her çeşidine müptela olmuşlardı. Yirmiden fazla kadın ile evleniyorlardı. Ya putperest veya dinsizdiler.

Ticarette ihtikâr, fırsatçılık, vurgun, Faiz, gasp ve hırsızlıklar, sıradan hale gelmişti.

Erkek evlâtları olduğu zaman seviniyorlar, kız çocukları olduğu zaman ise bunu, utanç verici ve AYIP saydıkları için, kâbuslar yaşıyorlardı.

Öyle ki bu ayıbın altında ezilen babalar çoğunlukla, kız çocuklarını DİRİ DİRİ toprağa gömüyorlardı. Anneleri de bu ayıptan kurtulmak için, kendi kız çocuğuna “hadi baban seni dayına götürecek” diyerek, toprağa gömülmeğe gönderiyorlardı.

İşte bu asra, “CEHÂLET ASRI” deniliyordu.

Yüce Rabbimiz, böylesine cahil ve vahşî bir kavme, öyle bir peygamber gönderdi ki; O’na SAV ve tebliğlerine düşman olanlar bile, çok değerli eşyalarını, O’na emanet ediyorlardı. Çünkü O’na, düşmanları bile “Muhammed’ül EMÎN” (en güvenilir Muhammed) diyorlardı.

Hatta asrımızda da NewYork’lu araştırmacı Michel H. Hart bile “Dünyaya Yön Veren En Etkin 100” kitabında, Hz. Muhammed’in SAV, “gelmiş-geçmiş EN BİRİNCİ LİDER” olduğunu ispat etmiştir.

Bu ZÂT 23 sene gibi kısacık bir zamanda, öyle bir İNKILÂP gerçekleştirdi ki, bu kavmin büyük çoğunluğu, yukarıdaki vahşeti, gaspları, hırsızlıkları, ihtikâr ve faizleri terk ederek, SAÂDET ASRINI başlattılar.

Öyle ki, o zamanki ziyafetlerde yemekler, ortaya konulan büyük bir tepsiden yeniyordu.

Bu sahabeler öyle hassaslaştılar ki, “ÂMÂ kişi göremediği için, hasta ve topal kişiler yemeğin etli ve kaliteli kısmına uzanamazlar; sağlıklılar ise nefislerinin tercihleriyle yanılarak, burada kul hakkına girerler” endişesiyle, onlarla yemeğe oturamaz oldular.  

İşte bu Mübarek Sahabeler hakkında Yüce Rabbimiz, şu teselli Ayetlerini göndermişti.

Nur Süresi, 61. Ayet: ÂMÂ ile beraber yemek yiyene, topal ile yiyene, hasta ile yiyene bir günah yoktur.

23 senede ulaşılan İnkılâptaki seviye, işte böyleydi…

Dünya üzerinde hiçbir tarihte, başka bir kavimde ve başka hiçbir ülkede, yok böyle bir inkılâp…

İşte bu güzel ahlâkın prensipleri olan KURÂN, bu RAMAZAN ayında indirilmişti.

Bu saadet asrının prensipleri, sonraki asırlarda da, hangi kavimde veya hangi devlette uygulandıysa, aynı güzel neticeler alınıyordu.

Selçuklularda da Osmanlı İmparatorluğunda da bu prensiplere hassasiyetle uyulduğu zamanlarda, bırakın içki, kumar, gasp, hırsızlıkları; esnaf siftahını yaptığı zaman, hazır müşterisinin ikinci talepleri için, diğer esnafa yolluyordu.

Hem zekât verecek fakir ve yoksul bulmakta zorlandıkları için, hem de fakir ve yoksulları RENCİDE etmemek için, “SADAKA TAŞLARI kültürü” icat edilmişti.

Ahlâk seviyeleri öylesine yükselmişti ki, fakir veya yoksullar, sadaka taşlarındaki altın veya gümüş paralardan, sadece birkaç günlük ihtiyaçlarını alıyor, “diğerleri başka yoksul kardeşlerimin hakkıdır” diyerek bırakıyorlardı.

Sadaka taşlarına, yoksullardan başka hiç kimse el uzatmadığı için, zenginler de her zaman kontrol ettikleri için, sadaka taşlarında, her zaman altın ve gümüş paralar bulunuyordu.

200 Sene öncesine kadar, bu sadaka taşları yürürlükteydi…

ŞİMDİ LÜTFEN, ŞU SORULARA CEVAP ARAYALIM:

Bugün DEVLET KONTROLÜNDE bu sadaka taşları yürürlüğe konulsa, acaba ertesi gün o taşlarda, yoksullara hiç para kalır mı?

Acaba bugünkü halk, üstelik de çoğunluğu yüksek tahsili oldukları halde, başkalarının haklarına ve hukukuna, her türlü tecavüzler edecek duruma, nasıl getirildi?

Bizler acaba neler yaparsak, halk olarak, tekrar o sadaka taşlarını kullanabilecek YÜKSEK Ahlâka ulaşabiliriz?

Sizler, ilk iki soruya cevap arayadurunuz.

Bendeniz, yarım asırdan fazla yaptığım araştırmalarımın, gözlemlerimin ve eğitimlerimin ışığında, şu üçüncü soruya net cevaplar vereyim.

Neler kaybedildiği, YASAKLANDIĞI veya ihmal edildiği için bu duruma düşüldüyse, işte onları tekrar hem aileler düzeyinde hayata geçirerek, hem de Milli Eğitim Müfredatımıza alarak körpe dimağlarımıza nakşedebilirsek, o Yüksek ahlâka ulaşabiliriz…

Bu “A” maddesini uygulamaya teşebbüs edildiğinde, kimler veya hangi kurumlar karşı çıkarlarsa, 2. sorunun cevabı da NET olarak ortaya çıkmış olacaktır.

Öncelikle o kişi veya kurumlarla, hukuk çerçevesinde mücadeleler verilerek, etkisiz hale getirdiğimiz ölçüde, o yüksek ahlâka ulaşabiliriz…

Aksi halde; okullarımız sayısınca Cezaevleri açılsa da, Polis ve Jandarma kadroları 2-3 katına çıkarılsa da, bu acı tablolar ve kargaşa, artarak devam edecektir…

Bu çözümlerin detaylarına, diğer köşe yazılarımı takip ederek ulaşabilirsiniz. Vesselâm.

A. Raif ÖZTÜRK
A. Raif ÖZTÜRK HAKKINDA

A. Raif ÖZTÜRK... 20 Nisan 1950 yılında Tekirdağ Çorlu’da doğan Raif Öztürk, ilkokulu Çatalca’da okudu. O dönemin şartlarına göre eğitimini ve iş yaşantısını birlikte sürdürmeyi hedefleyen A. Raif Öztürk, Meslekî Ortaokulu Paşabahçe’de sürdürerek, Sultanahmet Meslek Lisesi’nde özel olarak Makine Yüksek Teknik Ressamlığa devam etti. Türkiye Şişe ve Cam fabrikalarında 26 sene ‘Robotik ve Tam Otomatik Makineler Üretim Hattı Makine Teknisyenliği’ & Fabrika Vardiya amirliği yaptı. ‘Özel Araştırma, Geliştirme ve Eğitmen’ (ARGE) görevlisi olarak 1980’de İngiltere’ye, 1986 yılında da Japonya’ya giden yazarımız, dönüşünde de Meslek Lisesi mezunlarına, (Üretim makinaları, Kalite çemberleri ve beyin fırtınası teknikleri hakkında) iş programlamaları, eğitmenlik, rehberlik ve liderlik dersleri verdi. 1990 yılında Türkiye Şişe Cam Fabrikalarından kendi isteğiyle emekli olan A. Raif Öztürk, Öz Emek Spor Ltd. Şt. Mağazalarını açarak, hâlen işletmeye devam etmektedir. 1990’lı yıllarda bir yıl Diksiyon, bir yıl Osmanlıca, iki yıl da Arapça eğitim alan Öztürk, Halen (1962’den beri) Beykoz, Kavacık’ta ikamet etmektedir. Hiç Kur’ân bilmeyen 30-40 kişiye; aynı anda ve 10 Saatte Kur’ân öğretme uzmanı olan yazarımız, 2014 yılında Sakarya Üniversitesinden “Eğitimciye Eğitim” adıyla eğitim aldıktan sonra, “DEĞERLER EĞİTİMİ UZMANI” sertifikası kazanarak, Beykoz Milli Eğitim Müdürlüğünde ve ülkenin çeşitli illerinde 6 yıldan beri konferanslar ve görsel seminerler vermektedir. Yazarımızın, 2002 yılından bu yana; ‘Fikir Bahçesinden BİR DEMET’, “Derdim bana DERMAN imiş”, ‘Biyoenerji ve Kozmik Bilimin ışığında ŞİFA OLAYI’ adlı Belgesel, tevhid ve tefekkür içerikli kitapları yayınlandı. Sn. Öztürk Ulusal ve Uluslararası Sempozyumlarda, 2015’te Kastamonu Üniversitesinde ve 2018’de Ukrayna Üniversitesindeki sunumlarda kürsü almış olup, hâlen köşe yazılarına ve Kitap çalışmalarına devam etmektedir. 2006 Yılından beri “Dost Beykoz Ailesi” mensubudur…

YORUMLAR

2 adet yorum var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER