Saadettin KILIÇ
  • 08/07/2020 Son günceleme: 08/07/2020 09:02
  • 4.521

Sanki şanslar 49, 51 gibi…

Gerçi hiç beklenmedik anlarda, bilimsel öngörülerin bile varsayamadığı sıra dışı gelişmeler de her zaman olur bu hayatta.

Ama bana sorulsa, Gezi eylemlerin sorumlusu ne Osman Kavala, ne de orada toplanan on binlerce katılımcıdır. Yegâne sorumlu sadece ve sadece Recep Tayyip Erdoğan’ın iki dudağıdır.

Tamam, pek çok kez emsal genel başkanlar içinde en cesur, en çalışkan lider Recep Tayyip Erdoğan’dır dedik ve belki uzun bir süre daha demeye devam edeceğiz ama hiç kimse kusursuz değildir.

Gezi Eylemlerinin içinde dış güçler, derin güçler ve serin güçler bile olsa gücü iki dudağında toplayan Recep Tayyip Erdoğan, protestoların sürmesine izin vermeyerek daha cesur bir kararla bütün kötü senaryoları boşa çıkarılabilirdi.

Gezi Parkında söz konusu olan üç tane ağaçsa, daha baştan parklarının beton olmasını istemeyen millete rağmen Kışla ısrarını sürdürmemeliydi.

Otorite sınama yerine, milletin uyarısına kulak verdiğini, kışla yapımından vazgeçtiğini sevgi dolu sözlerle açıklasaydı kesinlikle iktidarı daha da güçlenirdi.

Hatta Beşiktaş ve Şişli’den daha yüksek oylar alabilirdi…

Ham maddesi yüzde yüz insana ait olan tek, tek ve başarıyla kurgulayacağı kelimelerle gücüne güç katabilirdi. O bütün bunları da en iyi yapabilen biriydi…

Kışla olsa ne olur, olmasa ne olur?

Dolar mı düşer, işsizlik mi azalır? Yoksa Corona Virüsler mi biter?

Söz konusu gerçekten sürekli iktidarda kalmaksa demek ki duygular çok daha sıkı kontrol edilmelidir…

Millete doğrudan meydan okuyup can bedelli ayaklanma tatbikatına olanak sağlamak ise geleceğe gözyaşı, hüsran ve nefret tohumları ekmektir…

Yoksa Ak Parti kendi kemik tabanı dışında bütün katmanların oylarına ihtiyacı olan bir parti değil midir?

İşin en kolayı ve doğrusu;“İnsanı Yaşat ki; Devlet yaşasın” deyip; milletin ezici çoğunluğunu ikna etmeden artık hiçbir iş yapmamalıdırlar.

Mini referandumlar neden var?

Artık doğrudan milleti hedef alan, tedirgin eden uygulamalardan hızla uzaklaşıp; didişmesi ve dize getirilmesi çok daha kolay olan kurumlarla sadece mücadele etmelidirler.

Çünkü bu hayatta önceden tahmin edilemeyecek sınırsız, sonsuz şeyler vardır.

Daha hiç birimizin dokunamadığı sınırsız, sonsuz gelecekte belki bir doğa olayı daha, belki de çok basit bir ayrıntı ülkemizde ve dünyada çok şeyi değiştirebilir.

Gezi Eylemleri konusunda karşıtları ve yandaşlarının çok iyi bildiği konular üzerinde durmayacağım, herkes kendince yaşadıklarını ve yaşananları biliyor ve yorumluyor zaten.

Ve toplum bu konuda da görüşünü; gri ve hatta tüm renklerin birleştiği Gökkuşağı renkler hiç yokmuş gibi ya Siyah, ya da Beyaz renklerle ifade ediyor.

Önce şunu hatırlayalım:

Bu ülkede demokratik örgütlenme 18 yıldır bir hak mıydı?

Evet, haktı ve sonradan sınırlandırılmış da olsa hala haktır…

Yani ülkemizde devlet işleri kötü giderse; karşı ya da yanlı her türden görüşün örgütlenme ve güce dönüşme hakkı var mıdır?

Evet, vardır…

Hatta yasal Komünist Partiler bile vardır…

Bence de vardır ama bana göre toplumsal örgütlenme konusunda atalet içinde olan sadece sol ve ana muhalefet CHP değildir; neredeyse CHP ile bire bir ortak kaygılarla kurulan Atatürkçü Düşünce Derneği ADD’ de çok kifayetsizdir, en azından bizim ilçemizde…(ADD-Atatürkçü Düşünce Derneği).

Beykoz’un nüfusu, yuvarlak hesap 250 bindir.

ADD ise 19 Mayıs 1989 yılında Ankara’da kurulan ve 2005 yılından beri Beykoz Şubesinde faaliyet gösteren bir dernektir.

Yaklaşık 10 yıl kadar önce üye sayısı 130 cıvanındaydı.

Aradan geçen 10 yıl gibi uzun bir zamanda üye sayısının çok daha yükseklere çıkması gerekirken iki haneli rakam 95’e düştü.

Yani şöyle düşünün; 15 yıldan beri ADD Beykoz Şubesinde iş başına gelen, giden başkan ve yöneticiler 250 bin kişiye sadece ortalama 100 ADD üyesi ile ışık saçabilmişler…

Üstelik mevcut üyelerin pek çoğu da derneğe bile uğramayan pasif neferlerdir…

Demek ki ilçemizde bir ADD üyesine ortalama 25 bin Beykozluyu aydınlatma görevi verilmiştir…

Peki, neden?

ADD’nin programı, tüzüğü, idealleri 250 bin Beykozluya uymamış mı?

Beykozluların çoğunluğu, ya da çoğunluğa yakını Atatürkçü Düşünceleri benimsememiş mi?

Üyelik teklif edilmiş de yüzde doksanı ret mi etmiş?

Tam tersine 250 bin Beykozlunun içinde ADD idealleri ve tüzüğünü gönlünden geçiren on binlerce vatandaşımız var ilçemizde… Ama onlara ulaşacak on tane bile nitelikli yönetici yok içlerinde.

İşte asıl otopsi buralarda yapılmalı, vitrin boş kalmasın diye defolu mallarla şube açan veya açmışlara uzmanlar tarafından sıkı eğitimler verilmeli.

Hangi alanda başkan ve yönetim kurulu üyesi seçilirse, seçilsinler her hafta bir gün zorunlu eğitim almalıdırlar...

Sosyal medya ve televizyonlarda 18 yıldır ezberlenmiş sloganlarla sadece Ak Parti iktidarını değil, bu gariplikleri de eleştirmelidirler. Yıllardır atalet içindeki “ilerici yüzlü, gericilikle” mutlaka yüzleşmelidir Türkiye…

Elbette bazı başarısızlıklar pek çok makul gerekçeyle açıklanabilir ama en öldürücü nedenlerin başında bu tür örgütlenmeler içinde doğrudan belirleyici olan Başkan ve Yönetim Kurulu Üyelerinin toplumsal örgütlenmeye uygun kişilerden seçilmemesidir…

Seçilenlerin ise genellikle toplumsal örgütlenmenin baş düşmanı itici zaaflarına sahip olmalarıdır…

İşte başlıcaları:

  • Yetersiz cesaret…
  • Pozitif pragmatizmi bilmemek.
  • Nüve olma özellikleri taşımamak.
  • Bütün canlılarda olması gereken kıskançlık duygularını kontrol edememek…
  • Öneri ve eleştiriler karşısında yeterince öz güven sahibi olmamak…
  • Az bilgili insanlarda daha yüksek olan bencillik duygularının her salise kabarık tutmak…
  • Kendi zekâ ortalaması üzerindekilere üyelik şansı tanımamak… Vs. vs.

 

İşte o sivil toplum örgütlerinin yöneticileri;  bunlardan biri veya birkaç tanesine sahipse tıpkı ilçemizde olduğu gibi kesinlikle çoğalamaz, örgütlenemez, planlayamaz, sağlıklı öngörü yapamazlar.

Ama bir gün, bir günde; tüm ülke sorunlarının GEZİ EYLEMİ gibi romantik bir kaosla çözüleceğine inanmaktan da asla ödün vermezler. Karşılarında;  akıllarından geçenlerin tanıkları yok muş gibi…

Bütün bunları çok önceden ve pratikten bilen ayrıca karşıtının her hamlesini salise, salise izleyen bir iktidar var.

Recep Tayyip Erdoğan, artık bu saatten sonra bir gün, bir günde devrim yapma şansını bu zayıf muhalefete vermez.

Ayrıca hangi hakla ve güçle 250 bin nüfuslu ilçemizde 95 örgütlü üyeyle hamasi bir davayı kazanacaklar ki?

Şimdi bir kere daha kendimize soralım:

Demokratik örgütlenmede sınıfta kalanların gerçekleştireceği lehte veya aleyhte kaos dolu bir ayaklanmayla mı iktidarı değiştirmek daha gerçekçidir, yoksa daha çok yaratıcı olup, daha fazla emek, daha fazla öz veri, daha fazla cesaret ve sandıkla mı iktidarı değiştirmek daha gerçekçidir?

Elbette ikincisi: Çünkü hem daha insani, hem daha adildir…

Sorun da, çözüm de budur…

Demek ki, çok uzun yıllardır alternatif görüşü temsil eden Sol ve diğer Atatürkçüler bu zorlukları aşacak ve başaracak kadar nitelikli kadrolardan oluşmuyor. Çoğunun diplomalı liyakatleri de var ama somut yaşamdan gerçekten çok uzaklar.

 Ne derler?

Her dernek hak ettiği gibi yönetilir, kişisel görüşümdür; bu saatten sonra GEZİ benzeri kendiliğinden (spantone) ayaklanmalarla bu rejim geriye çevrilemez, hatta iktidar böyle bir örgütlenmeye de izin vermez. Kaptan Neyse Tayfa da o’dur…

Her geminin kaptanı da birikim, cesaret ve deneyimlerine göre kendi tayfasının kaderini belirler…

Teorik olarak kaptan az değildir ama cesur, güvenilir ve mutlak bilgili kaptan çok azdır…

İkinci Gezi olur mu?

Olmaz… Olmasın zaten… Çünkü yine kan, yine kaos ve belki de çok daha fazla göz yaşı demektir.

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz