Büşra TAŞÇIOĞULLARI
  • 01/01/1970 Son günceleme: 22/10/2014 00:11
  • 9.082

Bir sonbahar günü, çok sevdiğim ablam Ayşe Çelikbilek’le oturmuş neler yapabiliriz diye düşünüyorduk. Güneş; nazlı nazlı esen rüzgara rağmen bizi ısıtırken, içimizde fırtınalar kopuyordu. Çünkü zamanın ötesinden hortlamış Ebu Lehebler,  Efendimiz’e hakaret dolu yazılar yazmaktan, karikatürler çizmekten vazgeçmiyorlardı,  vazgeçmeyeceklerdi.  “İki elin kurusun”  hitabına muhatap lazımdı… Nasıl ki, Mescid-i  Aksa’ma Yahudi zulmetmekten vazgeçmiyorsa,  onlar da yaptıklarından  vazgeçmeyecekti“Yaşasın zalimler için cehennem” sözü boşa gitmeyecekti. Mesele zalimin zulmünün karşısında Efendi'mi savunmak değil, bu bizim işimiz de değildi…

Birini savunmak için ondan üstün olmak lazımdı ve  O’NU ANCAK ALLAH (cc) savunurdu. Tüm zamanların ve mekanların RABBİ OLAN, “şüphesiz şunu elbet biliyoruz ki, onların sözleri seni gerçekten üzüyor, halbuki onlar seni yalanlamıyorlar. Senin yalan söylemediğini bilirler; fakat o zalimler ALLAH’IN ayetlerini bilerek inkar ediyorlar (En’am Suresi, 33.Ayet)”  buyururken; “Muhakkak ki ALLAH ve melekleri. O peygambere salat ederle  .Ey iman edenler (siz de )ona salat edin ve ona teslimiyetle selam verin (Ahzab Suresi, 56.Ayet)” ayeti de bize yol gösteriyordu.

“Esselatu vesselamu aleyke YA RASULALAH”  deyip, bir bilinmeyene daha yelken açmaya karar verdik. Beykoz’da seminerler düzenleyecek,  “Abd ve Rasul olarak Hz.MUHAMMED’İ”  anlatırken, kelime-i şahadetin gereği olarak onun abd oluşuna bizler kul olarak, Rasul oluşuna ümmet olarak salat edecektik.

Zahiren Beykoz halkı beni, ben de onları tanımıyordum. Ama  alem-i ervahta bir olmuş, birlikte şahadet etmiş ve Hz. Muhammed’e ümmet olma şerefiyle şereflenmiştik.  Biz, o zaman tanışmıştık... Şimdi ise yaratılışımızda bize verilen abdlik görevini açığa çıkarmak -ilan etmek vakti Beykoz’da da  gelmişti. 

O gün başlayan yolculuğumuz çok kıymetli dostlarla buluşturdu bizleri… Dost Beykoz’un Mihmandarı Sinan Kavrak Beyefendi’nin teklifi, beni ziyadesi ile memnun ederken yazmak değil, YAZGIMIZI BİRLİKTE OKUMAK  oldu muradım…  Çünkü yazılmış, yazılması gereken… “Kalem yazdı, mürekkep kurudu” diyor yaradan…  Vakit, ikra hitabıyla okumaya başlamak vaktidir…

Efendimiz’e “oku” emri geldiğinde, durmuş ve “ben okuma bilmem” demişti. Cebrail (as) O’nu sıkmış ve tekrar  “oku” demişti.  Aynı şey tekrar edildikten sonra EFENDİLER EFENDİSİ “İKRA” diye tekrar etmişti.  Buydu sır…  Belki bizler yeni şeyler yazma derdine düşmek yerine, yazılanı okumayı O’ndan öğrenmeyi unuttuk.

Bize düşen;

Gafletimizden unuttuğumuz her şeyi hatırlamak için dönmemek üzere tövbe etmek,

Elemtera (Görmedin mi?)  hitabıyla başlayan ayetlerle, kainatın bir tekerrür yeri olduğunu idrak ederek, dünyanın bizi girdap gibi içine çektiği yerde bir çıkış kapısı aralamak,

Bakıp da görmediklerimize; bir de Hakk’ın nazırıyla bakmaya gayret etmek,  yeni ufuklar açacak, mutsuz gönüllerde aşk ateşini yakacaktır…

Yaradan bizleri çile çekelim, içinden çıkılmaz bir alemde boğulalım diye değil; şahit olalım diye yarattı. ŞAHİT OLMAK ŞEHADETİ GEREKTİRİR…  Şehadet ise Allah adına yaşamak, Allah adına hareket etmekle olur ancak…  Durup bir düşünmek, kelime-i tevhid ile, kelime- i şehadet arasındaki farkı fark etmek  ve kendimize sormak gerek;  “bu iki kıymetli hitabın bendeki farkı nedir?”  diye;

“Tevhidi ilan edip hakikate şahit oldum mu?” diye…

Yoksa bana biçilmiş dünya elbisesinin içerisinde, oyun ve oylanma yerinde bir figüran olarak yaşamak mı yaptığım…

ŞİMDİ ;

Dünyayı seyirden, alemleri seyahate açılan kapılarda her karanlıkta bir nura,

Sıradanlık altında sıra dışı yaşamaya,

Kendini bilip Hakkı bulanların izlerini sürmeye talip olanlarla, yazgımızı okumayı lütfetsin yaradan…

Ve tüm dostlara selam olsun…

İZ SÜRMEK, KUMDA ADIM TAKİP ETMEK…

Ne kadar zor olsa da ALLAH yardım edecektir. Eğer bizler de Cebrail’in Efendimiz’i sıktığı gibi sıkılmaya sabreder,  “ben bilmiyorum okumayı” demeyi başarıp, benliğimizden vazgeçersek…

 

Yazarın Yazıları