Muharrem ERGÜL
  • 07/10/2016 Son günceleme: 07/10/2016 20:38
  • 5.787

Bizim mahallenin tanınan çocuklarından biridir.

Okuduğu okullar ve müktesebatıyla kültürel derinliği olan bir entelektüel olarak tanınır. Nerede, hangi yayınevinden hangi kitap çıktı bilir. En sağdan, en sola süreli yayınları ayırt etmeksizin takip eder.

Sempatik yüzü, derin tarihsel çizgilerle doludur. Sanki yüzlerce yıl önce yaşamış bir dedenin tıpatıp torunu gibidir.

Onu her gördüğümde aklıma, Semerkant, Taşkent ve Buhara gelir.

"Dört nala gelip uzak Asya'dan
Akdeniz'e kısrak gibi uzanan
Bu memleket bizim
" şiiri gelir.

Uzak Asya'nın Türkmen diyarlarından kopup, Konya Taşkent'ini yurt belleyen ataların çocuğu olarak zihnimde yer tutmuştur.
"Bayburtlu Zihni gibi gülen,
Hoca Nasrettin gibi ağlayan
" yanıyla da Anadolu'nun ortak değerlerinin tercümanı olur.

Buhara'da Şah-ı Nakşibendi Hazretleri'nin türbesinde cuma namazı kıldıysanız Özbekistan Taşkent'inden, Konya Taşkent'ine çabuk adapte olursunuz.

Yazımın konusu olan kişinin kim olduğunu söylemeyeyim, kendi söylesin.

"Dedem adımı koyarken Hoca Ahmet Yesevi'ye atfen Ahmed-i Sani diye okuması yeni bir anlam kazanmıştı. Doğduğum ilçenin adının Osmanlı döneminde Pirlerkondu (Hoca Ahmet Yesevi'nin ünvanı Pir-i Türkistan idi) Cumhuriyet döneminde Taşken olması da Maveraünnehir ile Anadolu arasındaki bağın şahsi hayatımla ilgili yansımalarıydı. Soy adımızsa Davutoğlu"

Ahmet Davutoğlu kendine özgü tavrıyla hep okudu, yazdı. Profesör olana kadar siyasi kulislerden hep uzak durdu. Belli ki akademisyen olarak hizmet etmek istiyordu.

Belli ki çağlar ötesinden gelen medeniyetimizin derinlik ve zenginliğini geleceğe taşımak istiyordu.

Ahmet Davutoğlu, 'Medeniyet ve Şehirler' adlı eserinde medeniyet tasavvurunu şöyle anlatıyordu:

"Asırlarca sürekliliğini nesilden nesile aktaran bir varlık ve mekan idraki sanki Türkistan'dan Taşkent'e, Semerkant'a, Buhara'ya, Hiva'ya, Belh'e ve bu diyarlardan İran ve Anadolu üzerinden Konya'ya, Bursa'ya, Edirne'ye, Üsküp'e, Saraybosna ve Mostar'a kadar uzanıyor. Kültürel hafıza kodları Asya'dan Avrupa'ya bir aşk halkası oluşturuyordu. Hoca Ahmet Yesevi'nin Türkistan'daki çilehanesinde hissettiklerimle, Ankara'da Hacı Bayram-ı Veli'nin çilehanesinde ve Mostar'da Balagay Tekkesi'nde hissettiklerimdeki aynilik bu kültürel hafıza kuşağının zaman ve mekan aşan boyutlarını yaşamamı sağlamıştı."

Deminden beri anlatmaya çalıştığım Ahmet Davutoğlu böyle bir idrake sahip bu toprağın ender bulunabilecek entelektüellerinden biridir.

Burada biraz soluklanalım. Malumunuzdur;
Ahmet Davutoğlu, 2002-2009 yılları arasında Büyükelçilik ve Başbakanlık Danışmanlığı, 2009-2014 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı, 2014-2016 yılları arasında Başbakanlık yapmış, 22 Mayıs 2016 tarihinde de Başbakanlıktan istifa ederek ayrılmıştır.

Özellikle 2014-2016 yılları arasında dağa taşa adını yazıp, kurda kuşa adını ezberlettiğimiz Başbakanımız Ahmet Davutoğlu görevinden ayrıldıktan sonra, bütün birikimi yokmuş muamelesi görmesi doğrusu vicdanımı sızlattı.

Böyle mi olmalıydı? Bir gün önce başımıza taç ettiğimiz kıymetli bir insanın ertesi gün boynuna yağlı kemendi reva görmek camiamıza yakışan bir davranış mıydı?

Şimdi diyeceksiniz, "büyükler böyle uygun gördü" diye...
El cevap. Büyüklerimizin uygun gördüğünün başımızın üstünde yeri var amma büyükler sizlere vefasızlık yapın demedi ki.

                Adını silin demedi ki.
                Onu karalayın demedi ki.
                Yaptıklarını unutun demedi ki
.

Sonra hizmeti olan insanlara vefasızlık yapmak bize uygun bir davranış olmaz. Hem vefasızlık yapana da sonra birileri vefasızlık yapar.

Ahmet Davutoğlu'nun son kitabı 'Medeniyet ve Şehirler'i okurken içimden geçenleri sansürsüz olarak sizinle paylaştım. Sonra da dedim ki keşke,

Ahmet Davutoğlu, 2002-2016 yılları arasında Akademisyen olarak hizmete devam etseydi, kim bilir kaç kitap daha yazardı? Hem de yargısız infaza tabi tutulmazdı.

Hepimiz bundan ders çıkarır mıyız, bilemem ama vefa sadece bozadan ibaret değildir, bilesiniz.

Kalın sağlıcakla...

Yazarın Yazıları