A. Raif ÖZTÜRK
  • 28/07/2019 Son günceleme: 28/07/2019 16:44
  • 5.769

Pek tabiidir ki çocuk terbiyesi ile ilgili pedagoji metotları ve plânları pek çoktur.

Bir tanesini arz edeyim:

Fatih Sultan Mehmet Han çocukken çok yaramaz bir öğrenciydi.

Ders esnasında yaptığı şımarıklıklarla Hocası Akşemseddin’i çileden çıkarırdı.

Hocası kendisine kızdığı zaman hemen Ben Padişahın oğluyum, bana bir şey yapamazsın” deyip tehdit ediyordu.

Padişaha şikâyet etmeyi edepsizlik sayan Akşemseddin, durumu II. Murat’a anlatamıyordu. Ancak gün geldi, artık küçük Mehmet’in yaptığı yaramazlıklar çekilmez hale geldi. Bunun üzerine Akşemseddin, destur dileyip II. Murat’ın huzuruna çıktı. “

“Padişahım size bir hususu arz edeceğim, ancak hayâ ediyorum” deyince, II. Murat :

Buyur çekinmeden anlatabilirsin” dedi.

Bu söz Akşemseddin’i rahatlattı ve durumu nezaketle özetledi. II. Murat Akşemseddin’in yanına gelerek, kulağına bir şeyler fısıldar. Akşemseddin ise şaşkınlık içinde kaldı. Çünkü bu planı uygulamak pek mümkün değildi.

Akşemseddin bu plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de, Padişah onu dinlemedi ve “hocam, bu iş olacak” diye gürledi.
Ertesi gün; yine derste Mehmet yaramazlık yapıyordu.

Akşemseddin’in uyarısına aynı tehdit cevabını verdiği sırada, Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemseddin hiddet göstererek, Padişaha bağırdı, azarladı ve bir de tokat attı. “Bu şekilde sınıfa giremezsiniz, sen ülkenin padişahıysan, ben de buranın padişahıyım” dedi. Ve izin istemesi gerektiğini söyledikten sonra da, derhal dışarı çıkmasını istedi.

Padişah, mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.
Olaylar karşısında çocuk Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Şaşkın gözlerle bakarken, az sonra kapı tekrar vuruldu ve Padişah mahcup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi…

Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı…

Peki, bugün bizler ne yapıyoruz? Haberlerden hatırlayınız.

Meselâ; çocuğunu azarlayan öğretmenini, sınıf basarak silahla tehdit eden binbaşıyı hatırlayınız. Benzer sebepler nedeniyle saldırıya uğrayan ve ağzı burnu kırılan öğretmenleri hatırlayınız. “Benim oğlumu azarlayamazsın” diyerek, okul basıp tehdit savuranları hatırlayınız…

Asrımızdan da bir kıssa arz edeyim. Malum ve meşhur hikâyedir:
Bediüzzaman Hz. henüz on yaşlarındayken, kabiliyet ve mertliğine hayran olan hocası Seyyid Nur Muhammed, Küçük Said’le birlikte birkaç arkadaşını da yanına alarak, anne-babasını ziyaret etmek ve onları yakından tanımak ister. Altı-yedi saatlik bir mesafeden Nurs köyüne gelirler. Said’in babası Mirza Efendi evde yoktur. Misafirleri karşılayan Said’in annesi Nuriye Hanım onlara, efendisinin evde olmadığını ve çifte gittiğini söyler. Evin önündeki kuru ağacın altına hasır ve pösteki sererek oturmalarını rica eder.

Az sonra Said’in babası Mirza Efendi, önünde ağızları bağlı iki inek ve öküzle çıkagelir. Selam ve tanışmadan sonra Küçük Said’in hocası, Sofi Mirza’ya:
 “Bizim köyde de hayvanların ağzını harman zamanı, harmanda mahsulü yememeleri için bağlarlar. Fakat şimdi hem harman mevsimi değil, hem de hayvanlar harmanda değil. Böyle ağızlarının bağlı olmasının sebebi nedir?” diye sorar.
Mirza Efendi mahcup bir edayla:

“Efendim, bizim tarla biraz uzaktır. Yolda gelirken birçok kimsenin tarla ve mahsulünden geçerek geliyorum. Eğer bu hayvanların ağzı bağlı olmazsa, yabancıların mahsullerinden yemek ihtimalleri var. Bu sebepten ekmeğimize haram lokma karışmaması için, böyle yapıyorum” diye cevap verir.
Sofi Mirza’nın bu yüksek ahlak ve faziletine şahit olan Seyyid Nur Muhammed, Said’in seçkin bir evlât olduğunu anlar ve bu sefer annesine sorar: “Siz bu çocuğu nasıl yetiştirdiniz?”
Nuriye Hanım:

“Ben Said’e hamile kalınca, abdestsiz yere basmadım. Said dünyaya gelince de, bir gün olsun onu abdestsiz emzirmedim” der.
Küçük Said’in hocası ise: “Elbette böyle bir anne ve babadan, böyle bir evlat beklenir” der.
 
Bir gün Seyyid Hüseyin Arvasî, müridelerinden olan Nuriye Hanım’a sorar:

“Çocuklarının çok zeki olmasında, onları terbiye metodun nedir?”
Nuriye Hanım:

“Hayatımda, kadınlığa mahsus şer’î mazeretler dışında, hiçbir vakit teheccüd namazımı kaçırmadım ve çocuklarımı abdestsiz emzirmedim” der.

Üç bölüm halinde sunduğumuz ÇOCUK TERBİYESİ ile ilgili, daha çok yazılacak kıssa var. Ancak, azdan-çok istifade dileklerimle burada noktalıyorum…

NETİCE: “Bakarsan BAĞ olur, bakmazsan DAĞ olur” vecizesi uyarınca, son 80 yıllık ahvalimiz maalesef yürekler acısıdır. Bu acı neticeyi ister 80 yıllık TC Milli Eğitim sistemimize bağlayınız, isterseniz halkımızın ihmallerine bağlayınız, mâzi için, yani geçmiş için hiçbir şey fark etmez. Ancak bu tespitler doğru yapılırsa, istikbal için, yani gelecek için selâmete ve kurtuluşa ermek adına, doğru tedbirler almaya vesile olacaktır, inşallah...

Bu nedenle son olarak o yürekler acısı tabloyu da IV. Bölümde üzülerek arz etmek istiyorum: >>>

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz