“Bazen tarihin en gür sesleri, bugün kulaklarımızda en az çınlayanlardır. Türk Kurtuluş Savaşı’nın o ateşten günlerinde verilen mücadelenin adıydı memleket müdafaası.
”
Unutulan direnişin sessiz çığlığı
Bazen tarihin en gür sesleri, bugün kulaklarımızda en az çınlayanlardır. Türk Kurtuluş Savaşı’nın o ateşten günlerinde verilen mücadelenin adıydı memleket müdafaası.
Bir avuç umuda sarılmış bir milletin, bütün baskılara, tehditlere ve umutsuzluklara rağmen direnişten vazgeçmeyen yüreğinin adıdır bu.
Bugün çok kolay dile getirilen “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin mayası, işte o günlerin hararetinde yoğruldu.
Anadolu’da Kuvayı Milliye ateşi her geçen gün büyürken, İstanbul’da bu ateşi söndürmek için kurulan yapılara karşı da sessiz bir savaş yaşanıyordu. Musellah Müdafaa-i Milliye Cemiyetlerinin bu engelleyici yapılara set çekmesi, tarihin unutulmaz direniş anılarından biri olarak kaldı.
Fakat mücadele yalnızca dışarıdakine karşı değildi. En az cepheler kadar tehlikeli olan bir başka cephe, içeride açılmıştı.
İçerideki Fay Hatları
Ali Galip Olayı, işte bu fay hattının en derinlerinden biriydi. Damat Ferit Paşa’nın kurguladığı planla Sivas Kongresi’nin dağıtılması, Mustafa Kemal Paşa’nın ortadan kaldırılması ve Anadolu direnişinin daha doğmadan boğulması hedefleniyordu.
Ama sonuç tam tersi oldu: Paşa olayı duyurdu, plan çöktü ve Damat Ferit Hükûmeti tarihin sahnesinden silindi.
Anzavur Ayaklanmaları ise adeta bir ihanet zinciriydi. Biga’dan Gönen’e, Manyas’tan Susurluk’a kadar uzanan bu teşebbüsler her defasında Kuvayı Milliye karşısında yenildi. Türk milletinin hafızasında ise “kardeşin kardeşe kurşun sıktığı” acı sahneler kaldı.
Aynacıoğulları Ayaklanması, Tokat’tan Çorum’a, Yozgat’tan Haymana’ya kadar uzanan teyakkuz hâlinin bir başka adıdır.
Her biri 300–600 atlıyla büyüyen bu isyan dalgasını bile milletin kendi evlatları, Çerkez Ethem kuvvetleri büyük güçlüklerle de olsa bastırdı.
Ve tarihin en ilginç kırılmalarından biri: Çerkez Ethem Ayaklanması.
Direnişin önde gelen isimlerinden birinin düzenli orduya başkaldırması, Millî Mücadele’nin belki de en dramatik dönüm noktalarından biridir. I. İnönü Muharebesi’nin gölgesinde bu isyan bastırıldı; düzenli ordu kararlılığını tescilledi.
Halifelik, fitneler ve kırılmalar
Çopur Musa, “halifelik elden gidiyor” yalanıyla halkı ayartmaya kalktı; Yunan desteğine sığındı ama yine millet iradesi karşısında tutunamadı.
Delibaş Mehmet Konya’yı kısa süreliğine ele geçirdi, ancak Refet Bele’nin müdahalesiyle tarihten silindi.
Demirci Mehmet Efe, Kuvayı Milliye kahramanlığından otorite tartışmalarına savrulup Ankara Hükûmeti’ne başkaldırdı; düzenli ordunun kesin kararlılığıyla etkisiz hâle getirildi.
Bolu’dan Düzce’ye uzayan ayaklanmalar, Bolu-Düzce hattı, Halife yanlılarının son bir çırpınışıydı.
Hart Olayı, Haydar Hilmi’nin Kastamonu’daki provokasyonları, Yozgat’taki Çapanoğlu isyanı, hepsi aynı gerçeği gösteriyordu:
Millî Mücadele yalnızca bir dış savaş değil, içeride yürüyen bir irade mücadelesiydi.
Karadeniz’de Rum çetelerinin kurmaya çalıştığı Pontus yapılanması,
Urfa ve çevresinde İngiliz desteğiyle hareket eden Milli Aşireti,
Koçgiri bölgesinde devlet otoritesini tanımayan isyancılar…
Hepsi ama hepsi aynı sona ulaştı: millet iradesinin duvarına çarpıp dağıldılar.
Bugüne Düşen Sorumluluk
Bu isyanların, tertiplerin, kışkırtmaların her birinin ortak bir sonu vardı:
Milletin kendi kaderine sahip çıkma kararlılığı karşısında birer birer sönmek.
Memleket müdafaası, cephede tüfekle verilen bir mücadele değildir yalnızca.
Bir zihniyet, bir ruh hâlidir.
Baskıya karşı direnmektir.
Egemenliği kimsenin tekelinde görmemektir.
Vazgeçmemektir.
Bugün özgürce nefes alabiliyorsak, bu; o zor günlerde memleket müdafaasını bir an bile elden bırakmayanların sayesindedir.
Ve şimdi bize düşen görev, sadece hatırlamak değil;
aynı ruhu diri tutmak, aynı bilinci yaşatmaktır.
Memleket müdafaası, bitti denilen yerde yeniden filiz verebilen bir iradedir.
Unutuldukça değil, hatırlandıkça kuvvetlenir.
Sağlıcakla kalın.
Teşekkür ediyorum başkan