“İlk duyduğunuzda “Terörsüz Türkiye” sözü kulağa hoş gelir. Elbette aklı başında hiç kimse ülkesinde kan dökülmesini, anaların-babaların evlat acısıyla yüreğinin dağlanmasını, eşlerin dul, çocukların yetim kalmasını istemez.
”
Hepimizin ortak hayali, terörsüz, huzurlu, güvenli bir memlekettir. Ancak yaşadıklarımız, bu güzel sözün ardında başka niyetlerin olup olmadığını sorgulamamıza neden oluyor.
Bu ülke, geçmişte terör örgütü PKK'yı “barış güvercini” gibi göstermeye çalışan, militanlarını “gerilla” diye romantize eden karanlık dönemleri gördü. Askeri, polisi, öğretmeni, hatta kundaktaki bebeği dahi hedef alan eli kanlı teröristler, çözüm süreci adı altında meşrulaştırılmak istendi. O sürecin sonunda yüzlerce şehit verdik. O acılar hâlâ taze, hâlâ yürek yakıyor. Biz o günleri unutmadık, unutmuyoruz, unutmayacağız.
Bugünse benzer bir senaryo yeniden sahneye konuluyor. Perde arkasında yine aynı kadrolar. Sözde yeni bir “Terörsüz Türkiye” sürecinin mimarı olarak sahneye çıkan MHP lideri Devlet Bahçeli, PKK elebaşı Öcalan’ın umut hakkı için başvuru yapabileceğini ve Meclis’te DEM Parti grup toplantısında konuşabileceğini dile getiriyor. İlk bakışta bu açıklama, Bahçeli’nin şahsi çıkışı gibi algılansa da gerçekte planlanmış ve siyasi mühendisliği yapılmış bir adım.
Geçmişte çözüm sürecini başlatan AK Parti, bugün benzer bir adımı doğrudan atmıyor. Çünkü kamuoyunda oluşacak tepkiyi MHP üzerinden yumuşatma hedefleniyor. AK Parti’nin “söyler ama MHP yaptırmaz” algısını bertaraf etmek için bu kez start Bahçeli’den veriliyor. “Bahçeli bile bu noktaya geldiyse bu iş ciddi” dedirtmek istiyorlar. Tabanı ikna etmek için en radikal milliyetçi figür bu işe paydaş yapılıyor.
İktidara yakın medya ise hemen kolları sıvadı. Vatan hainlerini makyajlayarak pazarlama yarışına girdiler. Yine “barış”, “kardeşlik”, “helalleşme” kelimeleri havada uçuşuyor. Ama unutmamalıyız: Vatanseverlerle vatan hainleri aynı kefeye konulamaz.
Siyasi partiler cephesinde ise ciddi bir sessizlik hâkim. TBMM’de bu sürece en net karşı çıkışı yalnızca İYİ Parti yapıyor. Terörle müzakereye sert bir dille karşı duruyor. Buna karşılık Bahçeli, tüm partilerin bu sürece dâhil edilmesini istiyor. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un başkanlığında bir komisyon kurulması, 16 partinin bu komisyonda temsil edilmesi gerektiğini savunuyor. Bu öneri, geçmişte Öcalan’ın çözüm sürecinde talep ettiği komisyonların birebir yansıması. Üstelik kararların salt çoğunlukla alınmasını istiyor, yani sürecin sonunda doğacak tepki ve vebal, tüm partilere eşit şekilde dağıtılmak isteniyor.
İktidar bir yandan kendi tabanına “süreci sabote edecek açıklamalardan kaçının” diye uyarı yaparken, diğer yanda DEM Parti yöneticileri şehitlerimize hakaret etmeye, korucuları aşağılamaya, PKK’yı meşrulaştırmaya devam ediyor. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, korucular için “Silahı al, ver eline sopayı, köyde hayvana baksın. Daha onurlu bir iştir” diyebiliyor. Aynı şekilde Pervin Buldan, “Kürtler Suriye’de statü kazandı, Türkiye’de de kazanacak” diyerek Kandil’deki teröristleri Türkiye’ye davet ediyor. Bu açıklamalar, sürecin hangi zeminde yürütüldüğünü açıkça ortaya koyuyor.
Tüm bu gelişmelerin ortasında asıl sorulması gereken soru şu: On yıllardır Türkiye’deki terörü besleyen, büyüten ve finanse eden emperyalist güçler – başta ABD – bu sürecin neresinde? Cevabı basit: Tam merkezinde. Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) hâlâ tüm hızıyla ilerliyor. İsrail’in katliamlarına karşı ses çıkaranlar susturulmuş, direnenler birer birer bertaraf edilmiş durumda. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun da bu projenin önünde bir engel olarak görüldüğü için 2009’da hayatını kaybettiği yönündeki şüpheler bugün daha da güçlü dile getiriliyor. Bugünlerde onun gibi bir vatansever bir devlet adamının varlığına o kadar ihtiyaç var ki…
Bu nedenle, millet olarak uyanık olmalı, geçmişteki çözüm sürecindeki acı tecrübeleri unutmamalıyız. Bir daha aynı tuzağa düşmemek, bir daha anaların ağlamaması, bir daha vatan evlatlarının toprağa düşmemesi için bu süreci çok dikkatli izlemeli, her adımı sorgulamalıyız.
“Terörsüz Türkiye” ancak teröre ve teröriste sıfır toleransla, tavizsiz bir mücadeleyle olur. Barış, teröristlere taviz verilerek değil, milletin ve devletin onuruna sahip çıkarak sağlanır. Ve barış sadece düşmanın bile onurlusuyla yapılır. Bebek katillerinde, eli kanlılar da onur ne gezer?
Güya Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PYD varlığı da bu sürece dâhildi… Ne oldu? Bunlar ABD ve İsrail’in himayesinde bırakın kendilerini feshetmeyi ve silah bırakmayı, “Birleşik Kürdistan” idealleri için ve özerk bir yapı için uluslararası düzeyde faaliyet üstüne faaliyet gerçekleştiriyorlar. İçeride Çözüm Süreci’ni yönetenler, bilhassa son altı ayda gelişen ve aşama üstüne aşama kaydeden bu tehlikenin varlığını görmüyorlar mı? Geçmişte Kuzey Irak’ta yaşananların hepsi Suriye’de burnumuzun dibinde yaşanmaya başladı…
Uyaralım: Bu sahte barış süreci de, önceki süreçler ve açılım denemeleri gibi hatta daha fazlasıyla Türkiye’nin egemenlik haklarına zarar verecektir.
Çok doğru tespitler ellerine sağlık Güzel abiciğimYazilarinin devamını bekliyoruz