Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 27/11/2014 23:11
  • 7.060

Lütfen bana eşlik edin birlikte düşünelim: 
İnsanların, birbirlerine yakınlaşması ile mesafe mi daha ilgili alaka mı? 

Bizzat yakınlığın, insanları birbirinden bu kadar uzak düşürdüğünü hiç düşündüğünüz oldu mu bilemiyorum...


O kadar söylene söylene ve coşkulu konuşarak oturdular ki yan masaya, kayıtsız kalmak imkânsızdı. Aynı mekânda nihayet oturdukları bu üçüncü masaya ancak yerleştiler. 
Emektar garson ağabey her zamanki samimi tarzıyla siparişlerini almak istedi zaten onların yerleşmesini de epeyce beklemiş söylenmelerine katlanmıştı. 
Dört çay istediler: 
"Çaylar büyük mü olsun küçük mü?"
-ne büyük ne de küçük bardağı seviyorum.
"Fincan getireyim efendim"
-Hayır fincan da istemiyorum şöyle orta boy bardakta çay içmeyi seviyorum 
"Heeee! Tamam, bir bakayım. Siz?"
-Bir fincan, iki küçük lütfen, bir de menemen (ki burada geçen diyalogu yazabilemeyeceğim; takatim yok) 

Uzatmayayım, hanımlar içinde ne olduğunu tek tek saydırdıkları soğansız menemenlerini ve bir türlü kaç dilim olması gerektiğine karar veremedikleri peynir tabağını sipariş ettiler.

(Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ve sanırım göz göze geldiğimizde de kendilerine galiba kendimce söyledim)
Bu orta yaşlı çok güzel hazırlanıp kız kıza dışarı çıkmış hanımefendilere hizmet etmek; değil çay ikramı, bildiğiniz tahammül becerisi gerektiriyordu. 

Tüm ezilmiş, itilmiş, katılmış duygularının acısını emekliliğinin derdinde bir garsondan çıkarttılar... 

Oysa o emektar garsonla neredeyse aynı yaştaydılar. Ve kendi deyimleriyle " uğraştıkları" garson daha yeni ailesinden üç kişiyi ebedi âleme uğurlamış, henüz öksüz kalan bir ufaklığı yanına alarak sorumluluğunu almıştı. Ev, o çocuk... kafası bir dünya meseleyle dolu dolaşan ve nafakasını kazanmaya çalışan herkes gibi sorunları, sorumlulukları olan bir insandı... 

Bu gördüğüm ne ilk ne son hadise olacak biliyorum. Yeni, Ramazan'da en az dört beş kere şahit oldum. Bir oruçlunun, orucunu açmak için beklediği yemeğin gecikmesiyle yine orucunu dahi açamamış garsonları tepeden tırnağa fırçalamalarına ki müdahalenin yangına benzin dökmek gibi etkisi oluyor duruma, tecrübeyle sabit.
... 
Onlar kalkıp gittiler ama ben olduğum yerden uzun süre kıpırdayamadım bile, öyle ağırlık...
"Hayrola! Çayın soğudu bir şey mi var" diyen ses, önüme usulca sıcak çay koyup uzaklaştı... 
Çayın soğuyacak kadar kalamadığını biliyordu ellerimde onca zamandır...
Elle tutulur bir şey olmayınca bir şeyimiz de olmuyor bizim tabii...

O anda zihnimde çok fazla cümlenin bağı koptu... Hiçbirine yetişemedim...

Yakındılar... Çok yakındılar birbirlerine... Ama kimse kimseyi göremiyordu, birbirinin aynası olamıyordu... 
Nasıl olur da bir insan karşınızda diğer her şeyinden soyunup sadece "garson" kalabilir? 
Bir insan bunu başka bir insana niye yapar ki? 
Niye bu kadar eksik bakar...
Hadi gözlerimize bir şeyler kaçtı bu yakınlıkta hislerimizde mi yok!

Garip bir çılgınlık gibi sanki! 
İyi giyinip, süslenip hazırlanıp dışarı çıkmak...
Bu kadar hazırlık, ilk hizmet aldığın insana hayatının en "bakımlı " eziyetini etmak için sanki...

Hani gün sonunda tüm günkü davranışları izletilse her birimize, sonuna kadar izlemeye katlanabilir miyiz emin değilim... 
Sonunda "Ey kendisiyle barışık insan, şimdi de kendine katlan " diye bir jenerik aksa...

Bazı insanlar, kendisi ile yüzleşirken hangi yüzünü kullanıyor acaba? 
Zira her şeyi "inanılmaz" iyi bilen ve iyi yapan örnek vatandaşlarız!
Uzağımızda vuku bulan her türlü elim hadiseye " inanılmaz duyarlı" olabiliyoruz...
Doğru, duyarlı olmak için, duyup da söylemek kafi değil mi? 

Dört kadın aynı anda konuşarak anlaşabiliyor, bu arada başkalarını da hırpalayabiliyorsa biz gerçekten "inanılmaz" iyiyiz... Bu kesin!

Diyeceğim o ki; olgunlaşmak ile ol/mak arasında ne ters ne de doğru orantı var.
Pek övündüğümüz "olgunluk döneminin" neredeyse çürümeye en yakın evre olduğunu nasıl da unutuveriyoruz... 

Nasıl desem; yetişkinler, pekiyi yetişmiyor ama her yere yetişebiliyor sanki! 


Benim baş edemediğim takıntılarım var! 
Alışkanlık değil bildiğiniz takıntı yani. Bazen sebeplerin sonucu/ bazen ise sonuçların sebebi olduğu takıntılar...
Ve galiba ikram edilenden çok edene odaklanma sebebim bizim toprakların kültürü. 
Daha görgü kurallarını öğrenmeden öğrendiğim şey şu ki; ne yiyip içtiğin kadar kimin elinden yiyip içtiğine de dikkat edeceksin!

Büyükler bebeklere herkesin elinden bir şey yedirip içirmezlerdi mesela... 
Bebekleri emzirmeden önce çekilen besmele... 
Sonrasında onu besleyecek olanın kişiliği, karakteri hatta iştahı olup olmadığı bile önemliydi. Bunu sıkı sıkı tembih ederlerdi gelinlere...
Çünkü inanış oydu ki; insan, yedirenin, içirenin de nesebine benzer biraz! 

Artık çocukları anneleri bile besleyip büyütemiyor yazık ki! O da başka bir gerçek. 

Elbette yaşadığımız toplumsal koşullarda bu mümkün değil. 
Bu kalabalık, bu hezeyan ve kıtlıktan çıkmışçasına yiyip içmek ... 
Bırakın insanların insanları tanımasını birbirinin yüzüne bile bakmaya tenezzül edilmediği günlerdeyiz. 
Oysa biraz ilgi ve nezaket size zorunlu gösterilen nezaketten, seve seve gösterilen ilgiye dönüşüveriyor çarçabuk...

Halini hatırını sormadığınız birinin elinden su içmeyi bile her iki tarafa da zul addediyorum... 

Mesela hafız olan bir garson tanıyorum. Koşullar gereği mesleği bu olmuş. (mesleğini çok az seçebilen insan var bu ülkede biliyorsunuz)Yıllardır işini severek yapıyor. 
Göz aydınlığı bir hadisin peşine düşmüş. Su ikram ederken dahi hep bir sevap işlediğine inanıyor mesela...
Ve besmelesiz boş bardağı bile masaya koymaz hiç, ama kimseler fark etmeden yapar ve yaşar gider bu hali...
Özendiği, inandığı esasında lakin niye gördüğü zarafeti kendinden mülhem sanar insanlar bilmem! 

Sağlıklı yaşam felsefesinden bahsederken pek kullanılan 
Çinlilerin şu "Ne yerseniz O'sunuz" lafının salt besinlerin vitamin değerlerinden falan bahsetmediğini düşünü verin bir ara lütfen. 


Ne diyeyim 
Allah insanı kendinden uzağa düşürmesin...
Ve 
Yakınlığın uzaklığından korusun...

LAL:
Sakınma! Bildiğini söyle deniliyor ya hani! Bakmayın siz, insan bildiğinden bile sakınmalı... 

Yazarın Yazıları