Muharrem ERGÜL
  • 06/11/2015 Son günceleme: 06/11/2015 08:45
  • 7.243

bir elinde bal

bir elinde kan...

Aynen böyle demişti Rahmetli Kemal Lila ve sonra da eklemişti: "İşte Balkan..."

Kemal Lila, 2003 yılında dağılan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti döneminde yaşamış Müslüman bir Türk aydını idi. Sırplar, Hırvatlar, Türkler, Boşnaklar, Makedonlar, Arnavutlar, Torbeşler ve Slovenler; Yugoslavya Cumhuriyeti'nin 'ana gövdesini' oluşturuyorlardı. Çok farklı milletlerin bir araya gelerek oluşturduğu Yugoslavya'da her millet, kendi içinde muazzam bir siyasi yapı ve bilinç geliştiriyordu. Hiçbir millet, tarihi geçmişini unutmuyor; etnik ve dîni yapısını korumaya çalışıyordu. Etnik kimliği öne çıkarmanın ve dini değerleri yaşamanın yasak olduğu Yugoslavya Cumhuriyeti'nde herkes, kendisini gizleyerek toplumda var olmaya çalışıyordu. Kemal Lila ise "Bir elinde bal, bir elinde kan; İşte Balkan" derken, yaşanan birçok şeyi de bir bakıma birkaç sözcükle özetlemiş oluyordu.

Din; yasaktı... Millet kavramı; yasaktı... Ama herkesin dini ve milliyeti vardı. Eksik, yanlış ama bir şekilde vardı. Görünürde halklar dosttu ve kardeşti; gerçekte ise herkes, ötekinin kim olduğunun bilincinde 'nasıl bir savunma yapacağının' hesabı içindeydi. Sözde barış ve kardeşlik türküsü okuyanlar, gizlice kavgayı körükleyen aktörler haline geliyordu.

Sizlere eski Yugoslavya'dan (1918-2003) bir arada yaşayan halkların (milletlerin) içinde bulundukları halet-i ruhiyeden kısacık kesitler aktarmaya çalıştım. Asıl niyetim orada yaşayan Müslüman Türklerin 2000'li yıllara kadar hangi zorluklar içinde var olmaya çalıştıklarını bugünün penceresinden göstermekti. Ancak o başka bir yazıya kaldı.

Balkanlar'da özellikle bugünkü Makedonya'da birçok yazar, sanatçı, aydın ve siyasetçiyle tanıştım. Uzun yıllara dayalı dostluklarım oldu. Farklı dünya görüşlerine sahip olan bu insanların ortak paydaları olan Türkiye, bizim anavatanımız ve hayatımızın sigortası... Ancak biz Balkan topraklarında yaşıyoruz. Şimdi burayı vatan belledik. Bunun da iyi bilinmesi gerekir... Ayrıca biz, Müslüman unsurlarız. Eksiğimiz ve yanlışımızla da olsa dinimizi yaşamaya çalışıyoruz. Ancak unutulmaması gereken bir şey var: Biz, Balkanlar'da yaşıyoruz. Zor coğrafyadır burası... Eğer eksik yaparsak, bilin ki, coğrafyamızın kaderindendir.

Balkan coğrafyasında var olmakla, Anadolu ya da Kafkas coğrafyasında var olmak arasında aslında çok da fazla fark olmadığını, bugünlerde daha iyi anlıyoruz. Dünyada kaynayan kazanlardan ilk 4'ünü yazın deseler, bir çırpıda şunları sayabilir miyiz? Ortadoğu, Balkanlar, Anadolu ve Kafkasya... Sayabiliriz değil mi? Peki, çok milletli, çok kültürlü ve çok dinli bu coğrafya, nasıl huzura kavuşacak? Yeraltı zenginliklerinin üzerinde oturmasına rağmen, içine battığı az gelişmişlikten nasıl kurtulacak? Bağrında taşıdığı bunca tarihi, dîni ve kültürel mirasa rağmen bu coğrafyada savaş ve şiddet ne zaman son bulacak?

Mehmet Âkif Ersoy'un da isyan ettiği gibi biz buna müstahak mıyız?

Yâ Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

Mahşerde mi bîçarelerin yoksa felahı!

Nur istiyoruz, sen bize yangın veriyorsun

Yandık diyoruz, boğmaya kan gönderiyorsun...

Siz de görüyorsunuz değil mi? Etrafımız âdeta bir ateş çemberi... Balkanlar'da kibrit çaksan, Ortadoğu'da yangın çıkacak... Kafkaslar'da bağırsan, Anadolu'da yer yerinden oynayacak... Tüm bu fotoğrafın tam ortasında da Anadolu duruyor... Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya, hem tarihsel olarak, hem de duygusal olarak Anadolu'nun kıta sahanlığında... Milliyetçi bir tanımla değil; bir gerçeklik olarak ifade etmek isterim ki, bugün Anadolu’nun önemi, her zamankinden daha da çok artmıştır.

Ben, "Ülkeyi parçalayacaklar! Bölecekler!" lafını çok ciddiye almadan ama bu sözü de yok saymadan; bu coğrafyanın halen tam şekillenmediğini düşünenlerdenim. Yugoslavya, Avrupa'nın göbeğinde çok uzun yaşayamadı; parçalandı... Libya, Irak ve Suriye: Malumunuz... Peki, şimdi? Şimdi ise tüm gözler bizim üzerimizde... Dünyaya bir bakın: Mazlum ve mağdur ülkelerin güvenebilecekleri tek devlet kaldı: O da Türkiye... Ancak biz hâlâ bunun ya farkında değiliz, ya da gündelik telaş sırasında farkındalığımızı başka konulara yönlendirmekteyiz. Geleceğimizi şekillendirmek ve kendi geleceğimizi kendimiz belirlemek yerine, siyasal iç çatışmaları körüklemekte; kaderimizi başkalarının ellerine -bilerek ya da bilmeyerek- teslim etmekteyiz.

Ava giderken av olmayı; kuklacının elinde oynattığı bir kukla olmayı kim ister ki? Hayır! Hiçbirimiz istemeyiz... O halde biz, devlet ve millet olarak her zamankinden daha fazla dikkat kesilmek mecburiyetindeyiz. Bu toprakların ve çevre coğrafyasının özelliklerini ise hiçbir zaman unutmamalı ve gelecek nesillere de bunun önemini hakkınca aktarabilmeli, gösterebilmeliyiz.

Ne demişti Kemal Lila?

Bir elinde bal

Bir elinde kan

İşte BALKAN...

Kalın sağlıcakla...

Yazarın Yazıları