Saadettin KILIÇ
  • 07/08/2020 Son günceleme: 07/08/2020 14:34
  • 4.931

(Bu makalemi çok sık güncellerim-Okumamış olabilecek hemşerilerim için))

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; coğrafyası ve doğasıyla dünyanın en ehlileşmiş ülkelerinden biri, hatta bir incisidir.

Bu dünyada Türkiye gibi; tarihsel, kültürel ve doğal zenginliğe sahip başka bir ülke daha yoktur…

Özellikle dörtte üçü deprem kuşağında olduğundan, topraklarımız milyar yıllardır her gün aralıksız yaşanan küçük, büyük depremler sayesinde doğal ve en güçlü alüvyonların oluşturduğu minerallerle beslenir.

Başta insanlar olmak üzere tüm canlıların varlıklarını sürdürmelerinde yaşamsal önemi olan bu topraklarda aklınıza ne gelirse; fasulye, mısır, mercimek, nohut, patates, soğan, domates, zeytin, incir, üzüm, karpuz ya da muz dünyanın en nitelikli ve en lezzetli ürünleri yetişir…

Ülkemiz Türkiye’nin; Kuzey, Batı ve Güney’de üç yanı denizlerle kaplıdır.

İçinde Marmara Denizi, göller, nehirler, yer altı, yer üstü, denizaltı, deniz içi yüksek nitelikte doğal değerlerimiz, dağlarımız, ormanlarımız, ovalarımız, saraylarımız, kalelerimiz, kulelerimiz, kiliselerimiz, sinagoglarımız, camilerimiz, antik zenginliklerimiz ve farklı, farklı geleneklerimizle dünyanın en büyük açık hava müzesiyiz…

Yılın 12 Ayında, dört mevsimin imrenerek yaşandığı dünyadaki tek ülkeyiz.

Ağustos ayında ve aynı anda Antalya Konya altında denize girer, merkeze 150 km uzakta Göktepe Yaylasında kayak yapabilir, Trabzon’unun Sultan Murat Dağlarında; yine Ağustos ayında İlkbaharı, Artvin -Cerattepede, hazan dolu sanki Sonbaharı yaşayan bir ülkeyiz.

Ve bu memleket; ne sadece Müslümanların, ne sadece Hıristiyanların, ne sadece Yahudilerin, ne sadece Alevilerin, ne sadece Sünnilerin, ne sadece Ateistlerin değildir, TC Vatandaşı olan herkesindir…

Fakat mutlak başka bir gerçek de şudur ki; hangi statüde olursa, olsun çoğunluk olanlar, azınlık haklarına ne kadar saygı duyar ve empatiyle yaşarlarsa o yerlerde, o oranda barış ve huzur içinde olurlar ve bu da Türkiye’nin en yakıcı gerçeğidir…

Ya dünya’nın başkenti diye anılan İstanbul şehri (BOSPHORUS-GOLDEN HORS-PERA) kadar; tarihi, doğal ve kültürel zenginliğe sahip başka bir şehir daha var mıdır bu dünyada?

Napolyon Bonapart; “Dünyada bir tek devlet olsaydı, Başkenti İstanbul olurdu” tümcesini boşuna söylememiştir

İşte bu dünyanın başkenti diye anılan İstanbul Şehrine bağlı şirin ilçemiz Amikos-Beykoz- kadar da; bakir, doğal, zemini depreme dayanıklı, tarihi ve kültürel zenginlikleri bir arada barındıran başka hiç bir ilçe yoktur İstanbul’da, hatta dünyada…

Aslında ilçemiz, 250 binin üzerinde nüfusu ile küçük bir ülke kadar da, büyüktür.

Antik tarihi; üç bin yıl önce Beykoz’da yerleşik yaşama geçen Yunan Kralı Amikos’a kadar belgelidir.

İlçemiz Beykoz; İstanbul’un Fethi’nden 52 yıl önce 1402 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından fethedilmiştir…

Bütün hemşerilerimiz bilir; İstanbul’un hiçbir ilçesinde bu kadar çok doğal güzellikleri, tarihi ve sosyokültürel zenginlikleri bir arda barındıran başka bir yer de yoktur...

Bereketli toprakları, kamu yararına doğru planlanmayla değerlendirilmeyi bekleyen elverişli arsaları ve yeşille, mavinin engin güzellikleri vardır İlçemizde…

Boğaziçi'nin kıyılarına bir yarım ay gibi uzanan Beykoz’da, yılın on iki ayında; yeşille mavinin tüm tonlarını görmek, bakir ormanları, ovaları ve depreme dayanıklı zemininde, oksijeni bol yollarda saatlerce yürümek mümkündür. Hele Karlıtepe’de; muhteşem bir panorama ve muazzam bir ufuk vardır. 

Kurtların sevmediği kadar açık ve güneşli havalarda, kilometrelerce uzakta Topkapı Sarayı ve Sultan Ahmet Camisini bile görebilirsiniz. Asya Kıtasının en batısıyla, Avrupa Kıtası'nın en doğusunu birbirine bağlayan; Üç Boğaz Köprüsünü seyredebilir, Boğaziçi'nin masmavi sularını, dünyanın en güzel nehir ve gölleri sanabilirsiniz.

Ve böylesine güzel bir beldede; denizinde marinalar, yatlar, sahillerinde ve kırlarda EV PANSİYONLAR, oteller, müzeler, kütüphaneler, restoranlar, hediyelik eşya satan dükkânlar, eğitim kurumları, atölyeler, tiyatrolar, sinemalar, konser salonları, festivaller, fuarlar ve eski eser yenileme çalışmaları (restorasyonları) tamamlanmış olağanüstü zengin ve mutlu bir Beykoz olabilirdik…

Başka ilçelerin, illerin ve ülkelerin fabrikalarında, atölyelerinde, ofislerinde kazanılan Dolarlar, Eurolar, Rubleler, Dinarlar ve Türk Liraları, bizim ilçemizdeki restoranlar, hediyelik eşya satan dükkânlar, eğitim kurumları, atölyeler, tiyatrolar, sinemalar, konser salonları, festivaller ve fuarlarda harcanabilirdi.

Beykozlu esnaflar da kazandıkları bu paraları, diğer Beykozlu bakkallarla, nalburlarla, nakliyecilerle, terzilerle, manavlarla, ayakkabıcılarla, mağazalarla, simitçilerle, oto yıkamacılarla ve pek çok ihtiyacını karşıladığı küçük esnafla paylaşabilirdi.

İstanbul’un akciğerleri Boğaz’ın incisi İlçemizde, doğal dokuya zarar vermeden eğitim, tarım, spor, balıkçılık, deniz, turizm, kültür, sanat ve zanaat ile ekonomik ve sosyal standartlar çok daha hızla yükselebilirdi...

Ebeveynler, gençler, küçük ve orta boy esnaf eskisinden çok daha mutlu ve çok daha bilinçli bir ömür sürülebilirdi.

Daha ilk başta; İstanbul’un en zenginlerinin yaşadığı Acarlar, Beykoz Konakları, Göksu Evleri ve Eski Beykozlular ilk müdavim müşterileri olabilirdi.

Ortaköy’e, Taksim de paylaştıklarından çok daha fazlasını, burunlarının dibinde muhteşem bir doğa cenneti ilçemizde paylaşabilirlerdi.

Ama ne yazık ki; sadece insanın yani siyasetçilerin sağlayabileceği özgürlüğü, huzuru ve eğlence atmosferini buralarda bulamadıkları için onlar da Beykoz’u seçemiyorlar.

Oysa Beykozluların genel durumu hiç iyi değil.

Sadece yandaşsa eğer; devlet, belediye, dernek, vakıf yardımlarıyla geçinmek zorunda kalan ve cennet gibi bir ilçede, varlık içinde yokluk yaşatılan çok fazla atıl enerjili hemşerimiz var.

Ne büyük bir trajedi değil mi?

Tüm bu olağan üstü pozitif ekonomik değerlere rağmen; şu anda EURO 8 liranın üzerinde, Dolar’da 7 lirayı aştı…

Peki, bu nasıl açıklanabilir bir vaziyettir?

Yoksa yine Türkiye’yi kıskanan emperyal güçlerin entrikalarına karşı bir türlü önlem alınamayan gelişmelerin bitmez, tükenmez tekrarı mıdır bu?

Hiç sanmam, çünkü Türk Lirası sadece emperyal güçler ABD ve Avrupa karşısında değersiz değil ki; Bulgaristan ve Gürcistan’da bile çok fazla değersizleşti.

Örneğin 2009 yılında Bir Türk Lirası ile Bir Gürcü Larisi, 30 Tetri alınırken; şimdi 2020 yılında Bir Gürcistan Larisi ile 2,20 Türk Lirası alınıyor.

Ayrıca Corona Virüs belasını yaşadığımız ve daha ne kadar yaşayacağımız belli olmayan şu günlerde bizden çok daha fakir diye dillendirdiğimiz Gürcistan Devleti; 17 yaş ve üstü bütün vatandaşlarına hiç ayrım yapmadan 200 Lari ( 65 ABD Doları) yardım edebiliyor.

Bu şu demektir; bir evde bir kişi varsa, 65 dolar, karı koca varsa 130 dolar, anne veya kaynanaları varsa 260 dolar, en az 17 yaşında bir de çocukları varsa 325 dolar, (2,356 TL) para yardımı yapabiliyor. (Bir kere olmak üzere...)

Yine bu fakir devlet; 2020 Kasım Ayından, 2021 Şubat Ayına kadar her eve 200 kilovat elektrik ve 200 cc doğal gazı ücretsiz vereceğini söylüyor.

Başarı grafiği yüksek olan yani en düşük 150 puan alan tüm öğrencilerinin 2020-2021 eğitim dönemlerinin tamamını finanse edeceğini söylüyor.

Şaka değil gerçek bu…

En nazik ifadeyle tüm ülke yöneticileri, Belediye Başkanları ve Kaymakamlarımızdan şikâyetçiyiz; çünkü cennet gibi ilçemizde varlık içinde yokluk çekmemizin en yüksek sorumlusu sizsiniz…

Protokollere çok yakın, halktan çok uzaksınız…

Yazarın Yazıları
Yorumlar (0 Yorum)

Bu içeriğe yorum yapılmadı, yorum yapmak ister misin?

Yorum Yaz