“Valla bu siyaseti sağlıklı bir zeminde yorumlamak çok zor hatta olanaksız… Çünkü siyasetin sağlıklı ve ahlaklı bir zemine oturmasına izin verilmiyor.
”
Sessiz çoğunluğun çığlığı artık duyulmuyor…
Valla bu siyaseti sağlıklı bir zeminde yorumlamak çok zor hatta olanaksız… Çünkü siyasetin sağlıklı ve ahlaklı bir zemine oturmasına izin verilmiyor.
14 Ağustos 2001’da kurulan AK Parti öncesi dönem tamamen tarih oldu. AK Parti ile birlikte yeni bir dönem başladı diyebiliriz siyasette. Şöyle ki, AK Parti öncesi dönem anlamını tamamen yitirdi. Yani tabiri caizse her şey çöp oldu. Durumu kısaca özetlemek gerekirse, gelinen noktada AK Parti ile birlikte devlet güçlendi, ülkenin çimentosu dediğimiz halk fakirleşti.
Eskiye oranla ekonomik olarak bugün daha iyi durumda olduğumuzu söyleyebilirsiniz… Doğrudur, fakat bu çalışmaya, bu gayrete, bu mücadeleye rağmen halk çok daha iyi durumda olmalıydı. Dünya değişti, hedefler büyüdü, şartlar zorlaştı, zaman kıymetli hale geldi. Beklentiler seviye yükseltti. Eskinin lüksü bugünün gereksinimi haline gelince böyle oldu.
Bir örnek verecek olursak, devlet okuluna giden bir öğrencinin zaruri giderleri hariç, yıllık 100 bin TL ekstra masrafı var… Neden? Her geçen gün daha da zorlaşan bu koşullarla başa çıkabilmek için hedefini yüksek tutmak zorundasın… Hedefi yüksek tutmanın da bir bedeli oluyor haliyle…
Öbür taraftan serbest piyasa ekonomisinde, hiç de serbest piyasa yok. Küçük esnaf olsun, dar gelirli vatandaş olsun. Hepsi bir boyunduruk altına alınmış… Kimse serbest piyasa nimetlerinden yararlanamıyor.
Vatandaş yıllarca çalışmış çabalamış bir daire almış, kiraya vermiş… Devlet ondan vergi alıyor… Sonra da kira fiyatlarını düşürmek için toplu konut kampanyası başlatıyor. Adam peşin alışverişin nimetlerinden yararlanacak, bankadaki hesabından günlük 10 bin liradan fazla para çekemiyor… ATM vermiyor… Olmadı bankadan çekeyim dersen, önceden haber vermen gerekiyor. Muhatap bulabilirsen…
Büyük marketler vatandaşı sömürüyor, haksız rekabet gerekçesiyle devlet ceza kesiyor… Kazığı vatandaş yiyor, parayı devlet alıyor… Diyelim ki bir şarküteri tarihi geçmiş ya da içinde yabancı madde olan bir ürün satıyor, bura da da durum aynı… Vatandaş zehirleniyor, parayı devlet alıyor…
Yani bir nevi bizim AK Parti döneminde kimsenin bir şeyi yok… Vatandaşın malı, mülkü, evi, ocağı, arabası, traktörü hepsi kiralık… Vatandaş kira öder gibi devlete vergi ödüyor… Es kaza, 5 vergi ödeyemezsen icra yoluyla malın mülkün elinden gider…
Tabii hal böyle olunca ülkemizde bir taraf yiyor, diğer taraf bakıyor… Durum bu…
İşin vahim tarafı ne biliyor musunuz? Vatandaş artık, AK Partilileri yiyen tarafta görüyor. Yani bir nevi siyasi mücadele adı altında verilen kavganın rant mücadelesi olduğu artık sırıtıyor…
Evrensel boyutta, Trump, ABD, İsrail, Gazze, Filistin, Ukrayna, Rusya ve Putin ekseninde gidip gelen dış politika bu işleri konuşmaya pek fırsat vermese de vatandaşımız bu çaresizliği içten içe yaşıyor…
Bunu daha dar bir çerçevede değerlendirecek olursak, 31 Mart Yerel Seçimleri ile birlikte İstanbul’da kaybeden ilçelerin belediye başkanları, ya da kelli felli adamları bir şekilde bir yerlerde görevlendirilirken, sırf siyasi görüşü nedeniyle, bu AK Parti olsun, CHP olsun, ya da bir başka siyasi anlayış olsun… Hiç fark etmez… Bu kapsam da, işinden olan, sürülen ya da başka nedenlerle işsiz kalan insanlar dertleriyle baş başa yaşam mücadelesi veriyor. İşte burada iki ayrı fotoğraf ortaya çıkıyor…
İşte o dertleriyle baş başa kalanlar bu ülkenin sessiz çoğunluğunu oluşturuyor… Ağalar lüks yaşamlarına devam ederken, bedeli gariban ödüyor… Her ne kadar pire için yorgan yakmayın desek te, “Aman boş ver bundan kötü olmaz ya” anlayışı maalesef, boynumuzu büküyor.
Yani Türkiye’de 85 milyon insan birileri rahat yaşasın diye gece gündüz çalışıyor… Zengin ile fakir arasındaki uçurumu görmek için rakamların anlamını yitirdiği, sessiz ve derinden biriken öfkenin, eğer tedbir alınmazsa gelecek seçimleri yakından etkileyeceği gözüküyor.
Benden söylemesi…

YORUMLAR