“Bu ülkenin sokaklarında, evlerinde, otobüslerinde yankılanan bir sessizlik var. Ne rüzgârın sesi bu, ne de akşamın dinginliği.
”
Sessiz çığlıkların ülkesi
Bu ülkenin sokaklarında, evlerinde, otobüslerinde yankılanan bir sessizlik var.
Ne rüzgârın sesi bu, ne de akşamın dinginliği.
Bu, öldürülen kadınların sessizliği.
Bu, çocuk yaşta toprağa düşen kızların, erkeklerin, gökyüzüne bakamadan kapanan gözlerin sessizliği.
Her biri bir isim, bir hayat, bir umut… Ve hepsi aynı karanlıkta yitip gitti.

Narin’in Çuvaldaki Sessizliği
Sekiz yaşındaydı Narin.
Bir çocuğun gülüşü kadar temiz, oyun oynayacağı bir gün kadar umut doluydu.
Bir sabah evden çıktı ve bir daha dönmedi.
Onu arayan köylüler, günler sonra bir dere yatağında buldu: küçük bedeni bir çuvalın içindeydi.
Annesi, amcası, ağabeyi… Narin’in hikâyesi sadece bir çocuk cinayeti değil; bir toplumun kendi vicdanını öldürmesiydi.

Rojin’in Kıyıya Vuran Yalnızlığı
Rojin, Van Gölü’nün kıyısında bulundu.
Gençti, hayalleri vardı, bir üniversite öğrencisiydi.
Boğuldu dediler, ama boğulmadı aslında.
Belki bir ihmalde, belki bir sessizlikte, belki bir korkuda kayboldu.
Vücudunda iki farklı DNA bulundu, dosya “belirsiz” diye kapatıldı.
Oysa hiçbir ölüm belirsiz değildir; sadece susturulmuş gerçekler vardır.

Ahmet’in Yarım Kalan Gençliği
Bir çocuk …
Mattia Ahmet Minguzzi.
Kaykay almak için dışarı çıkmıştı, kalabalığın ortasında bıçaklandı.
Bir kavga, bir an, bir nefret…
Henüz 14 yaşındaydı.
Çocukların ellerinde oyuncak değil, bıçak taşıdığı bir ülkenin aynasında yansıdı yüzü.
Ahmet’in hikâyesi bir “çocuk cinayeti” değil; çocukluğunu kaybetmiş bir toplumun aynasıydı.

Başak’ın Kılıçla Kesilen Umudu
Başak Cengiz, mimarlık hayalleriyle yürüyordu o gün İstanbul’da.
Hiç tanımadığı bir adam, elinde samuray kılıcıyla arkasından geldi.
“Kadın olduğu için seçtim,” dedi katil soğukkanlılıkla.
O cümle, Türkiye’nin utanç duvarına kazındı.
Başak’ı kaybettik, ama onun sessiz çığlığı hâlâ kulaklarda yankılanıyor:
“Ben hiçbir şey yapmamıştım.”

Ceren’in Dansla Yarım Kalan Hikâyesi
Ceren Özdemir, Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları öğrencisiydi.
Bir balerindi; sahnede dönerken kanatlanan bir hayaldi.
3 Aralık 2019’da evinin kapısına vardığında, kaçak bir katil tarafından kalbinden bıçaklandı.
Henüz 20 yaşındaydı.
Onun ölümüyle sadece bir genç kız değil, bir şehrin ışığı da söndü.
Ceren’in o dansı yarım kaldı, ama ardında bıraktığı zarafet hâlâ bu ülkenin utancını süslüyor.

Muhammet Enes Kös’ün Yarım Kalan Bisikleti
On üç yaşındaydı Muhammet.
Bir yaz akşamı, dostlukla gülüşerek çıktığı yolda rüzgârı hissetmek istiyordu sadece.
Ama o gülüşler kötü bir oyuna dönüştü; arkadaşları frenini bozmuştu.
Bisikleti yokuş aşağı kayarken kontrolünü kaybetti, bir duvara çarptı.
Bir çocuk, bir nefes, bir hayat oracıkta durdu.
Muhammet’in hikâyesi bir kaza değil; umursamazlığın, denetimsizliğin ve çocuk masumiyetinin yok sayılışının hikâyesiydi.
O bisiklet artık dönmüyor, ama annesinin yüreğinde her gün aynı acıyla pedallıyor.
Serap Yıldız’ın Çocuklarının Sessizliği
Serap, Avcılar’da.
Evinde, çocuklarının gözü önünde kocası tarafından başından vuruldu.
Üç küçük çocuk…
Artık annelerinin sesi yalnızca fotoğraflarda kaldı.
Bu ülkede kadınlar hâlâ en çok evlerinde öldürülüyor.
Yani “yuva” sandığımız yer, çoğu zaman mezar oluyor.

İkbal Uzuner – Fatih Surlarında Kesilen Hayat
Edirnekapı surlarında bir genç kadın…
Adı İkbal Uzuner, 19 yaşındaydı.
Sevgilisi tarafından boğazı kesilerek öldürüldü, ardından katil intihar etti.
Bir aşk daha katliama dönüştü.
Bir sevgi daha şiddete karıştı.
Ve o genç kızın yüzü, bir günlüğüne ekranlarda belirdi, sonra sessizliğe gömüldü.
Toplum bir gün konuştu, ertesi gün unuttu.

Serap Eser’in Yanan Umudu
Bir başka Serap, Yıl 2009.
İstanbul Küçükçekmece’de bir otobüste eve dönüyordu 17 yaşındaki Serap.
PKK’lı teröristler molotof attı.
Otobüs alev aldı, Serap’ın bedeni de, hayalleri de o alevlerde kaldı.
28 gün direndi, sonra sustu.
Babasının sözü hâlâ yakıyor: “Kızımı gözlerimin önünde yaktılar.”
Serap’ın hikâyesi, terörün kadın ve çocukları nasıl hedef aldığının acı bir hatırlatıcısıydı.

Aysel Karakoç’un Son Adımı – Beykoz (2025)
Ve en son Aysel…
38 yaşındaydı.
Bir süredir ayrıldığı eski sevgilisi, barışma bahanesiyle yanına geldi.
Onu sokak ortasında, defalarca bıçakladı.
Aysel yere yığıldı, insanlar izledi, bir kadın daha sustu.
Oysa Aysel yaşamak istiyordu, sadece huzurla nefes almak…
Ama bu ülkede, kadınların nefes hakkı bile tartışmalı.
Sessizliğin Ortak Adı: Türkiye
Bu hikâyelerin hepsi birbirinden farklı ama hepsi aynı noktada birleşiyor:
Adalet eksik, vicdan yorgun, toplum suskun.
Bir çocuk dere kenarında çuvalda bulundu,
Bir genç kadın gölde,
Bir mimar yolda,
Bir balerin evinin kapısında,
Bir çocuk bisikletin başında,
Bir anne evinde,
Bir öğrenci otobüste,
Bir kadın sokağın ortasında…
Her biri bir ülkenin karanlık aynası.
Kadınların, çocukların öldürüldüğü bir ülke, önce insanlığını kaybeder.
Son Söz: Sessiz Kalmayın
Narin’in gülüşünü, Rojin’in hayalini, Ceren’in zarafetini, Başak’ın cesaretini, Aysel’in korkusunu hatırlayın.
Serap’ın yanan bedenini, İkbal’in son nefesini, Ahmet’in ve Muhammet’in yarım kalan çocukluğunu hatırlayın.
Onları unutursak, bir gün adlarını taşıyan sokak tabelaları bile utanır.
Ve biz, sadece izleyen bir toplum olarak kalırız.
Adalet yalnızca mahkemede değil, toplumun vicdanında başlar.
Sustukça bu sessizlik büyür.
Ama bir gün, bu sessizlik değil; o çığlıklar konuşacak.
Ve o zaman, belki bu ülke biraz olsun nefes alacak.
Gerçekler ve Sayılar: Sessizliğin Arkasındaki Çığlık
Anıt Sayaç verilerine göre, Türkiye’de 2008’den bu yana binlerce kadın erkek şiddeti sonucu hayatını kaybetti.
Sadece 2023 yılında 315 kadın öldürüldü; 248 kadın ise şüpheli şekilde yaşamını yitirdi.
Ve bu rakamlar yalnızca haberlere yansıyanlar…
Gerçekte sayı daha fazla, acı daha derin, sessizlik daha ağır.
Her sayı bir isim, her isim bir hayat, her hayat bir hikâye.
Ve bu yazı, o hikâyelerin sessiz yankısıdır.
YORUMLAR