Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 14/03/2013 23:11
  • 11.345

Bilirsiniz bebeklerin omuzlarına maşallahlı, nazar boncuklu takılar iliştirilir(di). Anneler her kıyafet değiştirildiğinde bıkmadan usanmadan yavrularını nazardan koruyacaklarına inandıkları bu takıları da yeni kıyafetlerine konduruverirler.

 
Bir çeşit duadır bu; katıksız naif...
 
Benim maşallahım annanemin el emeği bir ağaç parçasıydı. Küçük dikdörtgen biçiminde ortası özenle oyulun ip geçirilmiş ve dikkat çeksin diye yanına nazar boncuğu da iliştirilip çatal iğneyle kıyafetlerime tutturulan. Sonradan öğrendim. Karaağaç parçasıymış bu.
 
Bolu'da karaağacın nazara iyi geldiğine inanılır. Anneme pek mantıklı gelmezdi bu ama kendisi de, kardeşleri de böyle büyütülmüştü. Saygısından bir şey diyemezdi de "aman ana yaramazlığına mı değecek bunun nazar" diye nazarlığımı takmasına takılırdı arada.
 
Zamanla Bolu dağlarının en ücra köşelerine, ormanların en ıssız yerlerin de bile elektrik trafoları yapıldı. Çok şükür kimse elektriksiz kalmadı. Fakat bu durum haliyle binlerce elektrik direği ve dağlar arasında çekilen birçok yüksek gerilim hattı demekti.
 
Biliyor musunuz? Özellikle bu gerilim hatlarının geçtiği yerler olmak üzere karaağaçlar zamanla kurumaya başladı. Artık çok nadir bulunabiliyor ormanlarda. Yerleşim bölgelerinde büyümesine izin verilmeyen bu ağacın öğrendik ki elektriği çekmek gibi bir özelliği varmış.
 
"Neyin ne işe yarayacağını ancak Allah bilir" derdi büyüklerim. Allah'ın gösterdiği yolda yürüyenler bilmişler. Hani son noktaya ulaşmak; öyle ki sonsuz kere var olan bir son noktaya...
 
Dünyada hiçbir şey fuzuli yaratılmamıştır. Kaldı ki nebatat akıl sır ermeyecek şekilde kendini tüketen, yiyip bitiren canlıların yaşayabilmesi için lazım olan oksijeni üreten yegane kıymetlimizdir. Bu garip halkada insanın yeri akletmesidir/ iman etmesidir.
Biliyorsunuz. yeşile ve suya bakmak sünnettir. Birçok insan sünnete uygun yaşadığını bilmez. Kıymeti kaybedilince bilinen ancak yerinden edilince anladığımız bir durumdur.
 
Yaramazlık yaptığında saatlerce yaşlı ve müşfik bir meşe ağacının kollarında tüneyen, sevdiği meyveleri ağacından koparıp yeme zevkine nail olmuş ve nazarlığı bile ağaç olan biriyim. Çocukluğum gökyüzü ile arama sadece ağaçların girdiği bir yerde geçti.
 
Benim için dağlara gitmek, ormanları gezmek, bir ağacın dibinde soluklanmak, toprağın gerdanlığı çiçeklerin peşine düşmek; iman tazelemek gibi bir şey.
Neredeyse maneviyatın bile sekülerleştiği bu çağda kökleri dışarıda kalmış ağaçlar gibiyiz ve toprağa ihtiyacımız elzem.
Üsküdar'lı bir Beykoz(zede) olarak diyebilirim ki; Beykoz, insanın kurduğu modern ve beton hapishaneyi başına yıkan bir "güzellik"…
 
Beykoz, sahip olduğu kıymetlileriyle sanki elimizde kalan son mücevher parçasıymış gibi duruyor İstanbul'da. "Geliştikçe" yitirmekten korkuyorum açıkçası ki gelişmenin karşılığının ne olduğu malumunuz.
 
Zira yapılacak olanın karşısına hep olduğu yerde olan, doğduğu yerde kök salan ağaçlar çıkıverdiğinde hiç acımadan ve düşünmeden kesiliverirler.
Ya ağaçlara format atılması yok mu? Ne hazin bir durumdur. Her şeyi ışıklandırmayı marifet sayanların ağaçları ışıklandırmasına ne buyurulur?
Beykoz her mevsim güzel ama baharda başka bir güzel. Bahar en çok ağaçların olduğu yerlerde hissedilir ve görülür çünkü.
 
Mihrabat, Hidiv, Beykoz korusu, Yuşa tepesi, Tokat köyde' ki kadim çınarlar, çınarlı yollar... Daha sayamadığım birçok güzellik!
Huzursuz bir şekilde huzur arayan insanlarız ve bu güzelliklere muhtacız.
 
Ne olur, AVM kapsüllerinde jeton atınca sallanmaya başlayan aletlerde oynamayı eğlenmek zanneden çocuklarımızı buralara getirip gezindirelim. Uyanışa şahit olmak en büyük hakları.
Çocuklar ve dahi bizler cansız ,yapay, soğuk nesnelerle o kadar haşır neşir oluyoruz ki mekanikleşiyoruz. Ve koşullar nedeniyle toprağa basmadan günler geçiriyoruz. Hammaddemizden uzaklaşmak hamlaştırıyor haliyle.
Ağaç /bitki deyip geçmeyin. Ünlü botonikçi İbn Avvam Kitabü'l Filaha adlı eserinde şöyle der:
"Bitkiler ve ağaçlar arasında sevgi ve nefret vardır. Bazı bitkiler ve ağaçlar birbirlerini severler, bazıları da birbirlerini sevmezler. Şekilleri arasında benzerlik bulunan sebze bitkileri birbirlerine yardım ederler, sempati duyar ve iyi geliştirirler. Birbirleri arasında benzerlik bulunmayanlar ise, aksine birbirlerine antipati duyarlar, birbirlerini zayıflatın ve verimsiz kılarlar."
 
Düşünebiliyor musunuz? Bitkiler de insanlara benziyor. Birbirini seviyor, sevmiyor ya da birbirlerine zarar veriyorlar. Bir ağacın büyümesi ya da kuruması yanında bulunan diğer ağaçlara bağlı. Bir de ağaçların kökleriyle muhteşem bir haberleşme ağı kurmaları var ki sormayın.
Ağaçların asude giyinişi, toprakla bir olup havaya karışan kokuları, ev sahipliği yaptıkları kuşların şarkıları ve kır çiçekleri... Hani şairin "Kır çiçekleri mevsimlik işçileri dünyanın"dediği...
İnsana iyi gelmez mi?
Varlıkları birbirini sevmelerine, anlaşmalarına bağlı olan bu canlıların bulunduğu yerde sevgi ve uyum var demektir.
Çokça gezinelim aralarında belki nasipleniriz, ne dersiniz?
Yazarın Yazıları