Kader GÜR
  • 14/01/2016 Son günceleme: 27/01/2016 17:18
  • 9.275

Son günlerde Türkiye gündemi çok çabuk değişiyor...

1 Kasım Seçimleri, Bakanlar Kurulu, Yılbaşı zamları derken, terör, şehitlerimiz, ekonomik sıkıntılar, canlı bombalar vs. vs...

Terör gerçekten belimizi büküyor... Bunun hiç tartışılacak tarafı yok... Çünkü, 'demokratik açılım' adı altında başlayan 'kardeşlik projesi' daha sonra çözüm süreci adı altında sürse de, beklendiği gibi gelişmedi...

Açılım adı altında başlayan kardeşlik projesine Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda bizde Rizeliler olarak destek verdik. Rize Dernekler Federasyonu (RİDEF) Başkanı Ahmet Yurtman ve dönemin İstanbul Valisi, eski Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun öncülüğünde, şimdi Cumhurbaşkanlığı Sarayı İnsan Kaynakları Başkanı, o dönem Güneysu Belediye Başkanı olan Ahmet Minder'in de içinde yer aldığı bir heyetle Güneydoğu illerimize ziyaretlerimiz oldu.

Oradaki vatandaşlarımızla haşır neşir olduk, Şanlıurfa, Mardin, Diyarbakır gibi illerimizde çeşitli temaslarda bulunduk. Resmi program çerçevesinde BDP'li belediyeleri de ziyaret etmek suretiyle oldukça etkili bir süreç geçirdik. Bölge halkı bu kardeşlik projesinden son derece memnundu... Sokaklarda dolaşan inanların yürüyüşlerinde bile bir psikolojik güven fark ediliyordu. İnsanların size gösterdiği yakınlık ve misafirperverlikten bunu hissedebiliyordunuz.

Açılım adı altında yürütülen projenin kırılma noktası, 2011 yılında Habur'dan Türkiye'ye giren 34 PKK'lı teröristin karşılanış biçimi oldu. Bu Türkiye Cumhuriyeti'nin vermiş olduğu büyük bir tavizdi. Habur sınır kapısından yayılan görüntüler; gazilerimizi , şehit yakınlarımızı ve Türk halkını son derece rahatsız etmişti. Çünkü biz ülke olarak binlerce insanımızı ve çocuklarımızın geleceği için ihtiyaç duyacağımız milyarlarca liramızı PKK terörünü bitirmek için harcamıştık. Hal böyle iken Habur'da ortaya çıkan görüntüleri kabullenmek mümkün değildi.

Aslında bu durum Türkiye Cumhuriyeti'nin gösterdiği iyi niyete ve samimiyete yönelik bir puştluktu. Bu puştluk karşısında süreç durağana bırakıldı ve ciddiyetin farkına varan hükümet, vatandaşında bu görüntüleri sorgulaması üzerine geri adım atmak zorunda kaldı.

Sonrasında Milli İstihbarat Teşkilatımızın yapmış olduğu Oslo görüşmeleri paralelinde sağlandığı söylenen Dolmabahçe mutabakatı tartışmalarıyla yeni bir döneme girildi.

'Çözüm süreci' adı altında ülke çok hareketli günler geçirdi... Bu iş oldu, olacak diye umutlanırken, 'Güneydoğu halkı rahat bir nefes aldı' derken, ülkede dün terörist olarak kabul edilen insanların TBMM'de milletvekili olarak cirit atmasına göz yumarken, yine adice bir puştluğa maruz kaldık.

Çözüm süreci adı altında yürütülen temaslar esnasında, Güneydoğu'dan çok sıkıntılı haberler geliyordu. Devletin yaşananlara ses çıkarmadığı söyleniyordu... Aslında devlet zaaf değil, burada iyi niyet gösteriyor gibi dursa da puştluğa can dayanmayacağını hesaba katmamış mıydı.

Bugün gelmiş olduğumuz noktada, ben "zaaf" demek istemiyorum. Zaaf diyenlerde mutlaka vardır, onlarda haklıdırlar. Devletimizin, "Çözüm Süreci" adı altında yürüttüğü proje karşılığında yine sırtımızdan vurulduk. Yani yine bize Puştluk yapıldı.

Dileyelim ki, bu bize reva görülen son puştluk olsun... Ülke olarak gerginiz, öfkeliyiz... Terör konusunda tahammül sınırlarımız son aşamasına gelmiştir... Ülkemizin Doğusunda Türk Silahlı Kuvvetlerimiz resmen savaşıyor. Çözüm süreci esnasında yollara döşenen bombalarla, HDP'li belediyelerin destekleriyle kazılan hendekleri ortadan kaldırmakla meşgul. Her gün şehit haberi alıyoruz. Şehit haberi aldıkça da gerginleşiyoruz. İyi niyetimizin karşılığında maruz kaldığımız puştluğu halk olarak kendimize yediremiyoruz.  Halk olarak sağlıklı düşünemeyecek seviyeye geldik. Üstelik devletimiz, 'her şeyin üstesinden gelir' düşüncesiyle beklenti içindeyken, içerde aydın diye geçinen vatan hainleriyle de uğraşıyoruz.

Onlar teröre destek veren bildirileriyle hainliği had safhaya taşırken, Sedat Peker'in, "Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız. Akan kanlarınızda duş alacağız" ifadeleri hemen gündemi değiştiriyor.

Sedat Peker'in sözleri ilk baktığınızda hukuk devletinde kabul görmeyecek ifadeler olarak nitelendirilebilir. Fakat, Sedat Peker'i de, söylediği sözleri de toplum bilimi, yani sosyolojik boyutuyla incelediğinizde sessiz kesimin haykırışını görürsünüz.

Sedat Peker, vatan hainlerinin kanında duş almak istediği için mi bu ifadeleri kullanıyor? Tabii ki değil... Sedat Peker bu gibi durumlarda yapmış olduğu açıklamalarla bir sembol olmuştur. Peker'in sözleri, ülkemizin ve milletimizin maruz kaldığı puştluklar karşısında gelmiş olduğu durumu da göstermektedir aslında...

Bu ifadeler tehlikeli gibi duruyor olabilir, fakat halkımızın sabır noktasında gelmiş olduğu aşamayı göstermek bakımından önemlidir. Bu ifadeler vatan hainlerine sabrımızın gelmiş olduğu noktayı göstermek bakımından önemli olduğu gibi, devletimizin de, Allah muhafaza, milletimizin patlama noktasına geldiğini anlama açısından da bir işaret olarak değerlendirilmelidir.

Yani özetle, tüm dünyanın tanıdığı bilim insanı Prof. Edward Said'in, 16 yıl önce Lübnan sınırından İsrail karakoluna taş atması sonucunda, taş atmak, Filistin meselesinde nasıl bir sembol halini aldıysa, Sedat Peker ve sözleri de bu cihette sembolik bir nitelik taşımaktadır.

Vatan hainlerine duyurulur!

Yazarın Yazıları