A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 12/09/2011 00:11
  • 10.096

Her birimiz çeşitli hastalıklardan korkarız. Özellikle de ölümcül hastalıklardan, daha da çok korkarız. Böyle bir teşhis karşısında, elimiz ayağımız tutmaz olur, çöküveririz...

Tedbir olarak, savunma sistemimizi güçlü tutmak için veya bilhassa ölümcül hastalıklara yakalanmamak için ön tedbirler alır, aşılar olur ve bilinçli olmak için de araştırmalar yaparız. En çok ta kanser, siroz, sinir, damar, kalp, böbrek, beyin hastalıkları v.b. gibilerinden korkarız, değil mi? Oysa bu tür maddî ve dünyevî hastalıklar, 70-80 yıllık ömrümüzden sadece geri kalan birkaç yılımızı mahvedebilirler.

·        Halbuki her birimize musallat olan öyle çok manevî hastalıklarımız var ki, 70-80 yıl değil, 700-800 yıl veya 700 000-800 000 yıl da değil, hatta trilyonlarca yıllık ömrümüzü de değil, sürekli yaşayacağımız EBEDÎ yani ÖLÜMSÜZ hayatımızın mahvına sebep olacaklar. Bu uçsuz bucaksız farkı anlayabilmek ise çok zor…

“Matematikteki bilinen en büyük rakam bile, SONSUZ ile mukayese edildiği zaman, SIFIR hükmüne düşer” kuralı dahi, bu farkın anlaşılmasına yetmiyor. Daha önce çizdiğimiz bir şablon ile bu farkı bir nebze anmaya çalışmıştık.

Bu önemli konuyu daha iyi anlayabilmek için, o şablonu tekrar tarif edelim:

[Şu anda bulunduğunuz yere, kendi tahmini vasat ömrümüz kadar, …santimlik bir çizgi çizelim. Meselâ; en uzun ömür sayılan 100 sene için 100 cm. çizdik. Bu çizginin iki ucunu işaretledikten sonra, bu çizgiyi hayalen çizmeye devam edelim. Bulunduğumuz ev, alan, mahalle, ilçe ilimizin her alanını ve yollarını hayalen çizerek, çevre illere geçelim. Derken, bütün Türkiye’mizi bu şekilde çizerek tarayalım. Aynı şekilde dünya üzerindeki 200 küsur ülkeyi de bu şekilde çizerek tarayalım ve çizerek dünyadan çıkalım. Ayı, Güneşi, gezegenleri, komşu yıldızları ve galaksileri de hatta kâinatı da bu şekilde tarayalım. Kaç cm. çizdiğimizi bir tasavvur edelim. Hayalen çizdiğimiz bu kadar cm.’nin yanında, ilk çizdiğimiz 100 cm.’nin, ne kadar önemi olduğunu biraz düşünelim!!!

İşte, dünya hayatının en uzunu bile, hayal edebildiğimiz en büyük rakam yanında bu kadar önemsiz kalıyor. Oysa, bu çok büyük rakam bile SONSUZ’un yanında sıfır hükmünde kalıyordu… ]

·        Şimdi dünya hayatımız ile ebedî ahiret hayatımız arasındaki farkı ve önemini az da olsa anladık değil mi?...

İşte bu nedenle maneviyat büyükleri, dünyaya hiç önem vermemişler. Sadece, Esmâ-ül hünsanın tezahür yeri ve Ahiret hayatımıza erzak hazırlanan bir tarla hükmünde görmüşler. Bizler ise dünya hayatı ile ilgili meşguliyetlerimiz yüzünden, böylesine çok önemli olan Âhitret hayatımızı hep unutuyoruz. Bizleri burada az bir zaman sınayıp, o sonsuz hayata sevk edecek olan O yüce Kudreti de unutuyoruz. Onun emir ve yasaklarına da pek önem vermiyoruz. Kendi kendimizi Cehenneme aday hale getirerek, kendimize zulmediyoruz.

·        İşte bunların farkında olamamak en önemli ve manevi hastalıklardan birisidir. Bu hastalığın en kısa ifadesi de, “Mâlik-i Hakîkîden GAFLET’TİR”…

Bu konuda almamız gereken tedbirler, diğer dünyevî hastalıklara kıyas ile en azından bin kat daha çok olması gerekirken, bizlerin bu ciddi tehlikelere karşı duyarsızlığımız malûm olup, maalesef yürekler acısıdır…

·        Bu gün; işte bu gafletten sıyrılarak, bu ciddi konuyu gözden geçirelim istedim:

Nasıl ki; maddî hastalıkların bizlere musallat olmasına, savunma sistemimizin zayıflaması veya iflâs etmesi en önemli sebep ise manevî yani ölümsüz diğer hastalıkların bizlere musallat olmasının en önemli sebebi de, bu “Mâlik-i Hakîkîden GAFLETTİR…”

Mademki hakikat böyledir, bu önemli cümleyi çok iyi anlamak zorundayız.

·        Mâlik-i Hakîkîden GAFLET ne demektir?...

Sözlüklerde gaflet; “dikkatsizlik, bilinçsizlik, dalgınlık, aymazlık, ne yaptığını bilmemek, farkında olmamak” gibi anlamlara gelir. Kur’an ve Sünnet terimi olarak GAFLET; Cenâbı Hakkı unutmak, Allahı c.c. hesaba katmamak, dünya telaşı ve meşguliyeti içinde ebedî âlemi, ahireti hatıra getirmemek, madde ve dünya malı içerisinde, nefsî ve şehevî arzular peşinde koşarak manen eriyip gitmektir.

·        ‘Mâlik-i Hakîkî’ ise bilinen ve bilinmeyen mülkün, varlıkların, Kâinatın ve ahiret âlemlerinin tümünün gerçek sahibi ve tek mutasarrıfı ALLAH demektir.  

“Mâlik-i Hakîkî den Gaflet” cümlesini, bu mütâlâa ışığında tekrar düşünelim.

“..Ve bizler bu gafletin neresinde debeleniyoruz? Bu gafletten kurtulmak için hangi ön tedbirleri alıyoruz? Ne kadar masraf ve yatırım yapıyoruz? Bu ölümcül değil, fakat ÖLÜMSÜZ hastalığın ne kadar farkındayız?” bir düşünelim!...

İnsanlığı her sene ciddi şekilde endişelendiren ve her sene değişik karakterde musallat olan GRİP SALGINLARINI bilirsiniz. Devletler bu tür salgınlara karşı milyonlar dolar harcayarak, yeni-yeni aşılar ve ilâçlar üretirler ve halkına uygulatırlar.

Acaba “Mâlik-i Hakîkîden Gaflet” hastalığı için, hangi devlet, ne gibi tedbirler alıyor? Bu çok ciddi konuya, acaba niçin önem vermezler?... Devletler gâfil olsalar bile, tek-tek sınavda olan her bir fert, bu ciddi hastalıktan gafil olmamalıdır…

Oysa yüce Rabbimiz, bu ciddi hastalıktan insanlığı korumak için Peygamberler göndermiş. Reçeteler, bilgiler, açıklamalar, hatta bu konudaki savunma sistemimizi güçlendirmek için bir dizi egzersizler (ibadetler) içeren kitaplar göndermiş. Son Peygamber Hz. Muhammed A.S’dan sonra Kıyamete kadar başka peygamber gelmeyeceği bildirilerek, din müceddidleri ve Bediüzzamanlar görevlendirmiş. (Bknz.: “Hayatın Akışı ve Bediüzzaman Hz.” başlıklı makale. http://www.moralhaber.net/makale/hayatin-akisi-ve-bediuzzaman-hz-1/  http://www.dostbeykoz.com.tr/makale.asp?icerikID=8932&B=Hayatin-Akisi-ve-Bediuzzaman-Hz.)

Nasıl ki önceki dönem valilerimizden ziyade, yaşadığımız dönemin valisinin direktiflerine, talimatlarına, tedbir ve talimatlarına itaat ediyorsak, asrımızın en mühim âlimi ve bedîsi olan Bediüzzaman Hz.’nin bu konudaki bildirilerine kulak vermek mecburiyetindeyiz.

·        Mesnevî-i Nuriye; 92. Sayfa: “Mâlik-i Hakîkîden Gaflet, nefsin firavunluğuna sebep olur. Evet, taht-ı tasarrufunda (tasarrufunun altında) bulunan bütün eşyanın Mâlik-i Hakîkîsini (Gerçek sahibi olan Allahı) unutan, kendisini kendisine mâlik (sahip ve mutasarrıf) zannederek, hâkimiyet (her istediğini yapabilir)tevehhümünde bulunur. Ve başkaları(nı) da, bilhassa esbâbı (sebepleri, yani tabiat kanunlarını, ağacı, ineği, koyunu, manavı, doktoru, patronunu, ağayı, parayı v.s), kendisine kıyas ile hâkim ve mâlik defterine kaydeder. Ve bu vesileyle, Allahın c.c. mülkünü kendilerine taksim ederek, Ahkâm-ı İlâhiyeye (Allahın c.c. koyduğu hükümlere) karşı muarazaya (hafife alarak karşı gelmeye) ve mübarezeye(çekişmeye, didişmeye, kavgaya ve çatışmaya) başlar…”

Evet; böylelikle kendisine ve çevresindekilere EBEDÎ CEHENNEM hazırlığını geliştirir…  

Fecr Sûresi, 24. Âyet. Ş.P.: Oysa dünya hayatının ve imtihanın sona erdiği o gün öğüt alma günü değil, karar günüdür. Orada gerçeği anlamak artık işe yaramaz. Ve insanlar her şeyin gerçekliğinin bütün çıplaklığı ile gözler önüne serildiği o gün şöyle der: “Keşke (ebedî) hayatım için hazırlıkta bulunsaydım…”

Bu konuda; “..size azabım haksızlık değil, bu azabı hak etmeniz, kendi kendinize bir zulümdür”, anlamında şu âyete de lütfen dikkat.

Hûd Suresi, 101. Âyet: “Biz onlara zulmetmedik, onlar kendi kendilerine zulmettiler…”

ÖNEMLİ NOT: Böylesine önemli bir konu, elbette bir köşe yazısı boyotuna sığmazdı. Sabrınızı daha fazla zorlamamak için burada bir ara verip, bir sonraki yazımda, “Mâlik-i Hakîkîden Gaflet” hastalığına yakalanmamanın çarelerinden ve bu ölümsüz hastalıktan kurtulmanın en etkin prensiplerinden, ayrıca bu hastalığı başarıyla yenen, dünyaca meşhur bahtiyar ve kahramanlardan bahsedeceğim, inşallah…

Yazarın Yazıları