Kader GÜR
  • 01/01/1970 Son günceleme: 14/01/2010 23:11
  • 12.130

Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi, dünyaya gelirken, hiç birimizin önüne, “Etnik Köken Seçmeli Yaratılma Tercihi” konulmamıştır.

Yani hepimizin, hangi milletten olacağı, hangi soydan geleceği, hangi anne babadan doğacağı, sadece Yaratan’ın tercihine aittir. Buna kimse karışamaz, karışma gibi bir gücü, lüksü ve yetkisi de olamaz.

Ama herkes, dünyaya geldiğinde, genelde babası silsilesiyle, bir devlete, bir millete, bir ırka, bir soya bağlı olarak adlandırılır. Bu adlandırma da sadece insanların birbirini tanımaları içindir. Başka hiçbir amaçla kullanılmaz. Bir başka deyişle, hiç kimse; annesi, babası, soyu sopu, milliyeti, etnik kökeni sebebiyle üstünlük kazanamaz. Kazandığı üstünlükler, sonradan hayatında yaptığı müspet ve güzel işler sebebiyledir.

Ülkemizde, özellikle son iki yüz yılda, aydın, entelektüel ve politik çevrelerde çok sıkça kullanılan“milliyetçilik”, en çok karıştırılan terimlerdendir. Arapçadan dilimize geçen milliyetçilik, asıl anlamından farklı olarak bizde, Batı medeniyetinin de etkisiyle, toplumları, kan ve etnik kökene önem vererek sınıflandırmak anlamında kullanılmaktadır. İşte, milliyetçiliğin tehlike alanı da burada başlamaktadır: “Kan ve etnik kökene önem verme…” Bu noktadan sonra milliyetçiliğin, başka toplumları asimile etme, parçalama ve sömürme eğilimi görülür. Artık milliyetçilik; zararlıdır, kötüdür, başka milletleri yutmakla beslenir, düşmanlıkla devam eder, daima uyanmaya hazır bir bela halinde ateşten bir kor halinde bekler.

İşte, böylesine bir milliyetçilik, tam da Mimsiz Medeniyete (Batı Medeniyeti) uygun bir milliyetçiliktir. Batı, medeniyetini, genelde beş temel üzerine oturtur. Bunlar, “tecavüz, ırkçılık, menfaat, sömürü ve nefsi tatmin” dir.

Görüldüğü gibi, sayılan nitelikler, bizim kültürümüze tamamıyla ters niteliklerdir. Çünkü hepsi de güçle elde edilebilecek şeylerdir. Zaten Batı’nın dayandığı nokta güç ve kuvvettir. Güç ve kuvvetin genel özelliği ise, daha güçsüz ve daha savunmasız toplumlara tecavüz etmektir. Böyle bir davranış, bizim kültürümüzün, kıyısından bile geçmemektedir, bizim milliyetçilik anlayışımıza tamamıyla terstir, bağdaşamaz ve bağdaştırılamaz.

İşte Batı, özellikle son iki yüz yılda, özellikle İslâm toplumu arasına böyle bir milliyetçiliği yerleştirme çabası içersindedir. Bunda da oldukça başarı sağlamış gibidir. Bugünkü İslâm toplumları arasındaki dağınıklık bunun açık göstergesidir. Zaten Batı Medeniyeti’nin İslâm topraklarına bıraktığı eser, kışkırttığı milliyetçilik duygularına –daha doğrusu milliyetçilik zehirine- bağlı olarak, kan, terör, fitne ve gözyaşıdır.

Aslında onun amacı, emperyalist niyetlerle, yeni pazarlar, hammadde kaynakları ve işgücü bulmak için sürekli savaşmak ve boğuşmaktır. Batı medeniyetinin kitleler arasındaki bağlantısı ise, daha güçsüz toplumları yutmakla beslenen “milliyetçilik”tir.

Batı medeniyeti, böylesine ırkçı ve milliyetçi politikalarla, insanlığın yüzde seksenini çileli bir hayatla mutsuzluğa, ancak yüzde onunu mutluluğa çıkarmıştır. Yüzde onu da ikisinin ortası bir hayata sahiptir. Yani ne mutlu ne de mutsuzdur. Yani böylesine bir milliyetçilik, insanlığın saadetine düşman bir milliyetçiliktir.

Batı’nın bizim aramıza soktuğu milliyetçilik, basit bir tehlike değil, milletimizi ve devletimizi bölmeye yönelik öldürücü bir zehir, büyük bir fitne ve illettir. Amacı İslâm toplumlarını parçalamak ve onları koloni haline getirerek sömürmektir. İslâm toplumlarının başına gelen en büyük felaketler, ırkçı politikalardan ileri gelmektedir. İşte Güneydoğu, bunun en bariz örneğidir. Bölgenin yer altı, bakire hammaddelere sahiptir. Değerleri trilyon dolarlar etmektedir. Kışkırtılan Türk ve Kürt milliyetçiliği ile bölge bizden koparılarak bu zenginliğe ulaşılmak istenmektedir. İnşallah, ülke olarak bu oyuna gelinmeyecektir. Demokratik açılım, işte bu yönüyle çok önemlidir. Dileriz bu sorunun üzerine sonuna kadar kararlılıkla gidilir.

Yazarın Yazıları